İzlekler için Sosyal Medya

ınspector clouseau

10 Aralık 2016 Cumartesi

Elveda 2016

Merhaba Sevgili İzlek,
Aralık ayı geldiğine göre elimi çabuk tutup bir klişe yazı yazmalıyım dedim. Sabırsızlıkla bu yılın özetini istediğini biliyorum.




İyiyim, iyiyim. 


Ayakta kalmanın, biraz yıkılmanın verdiği haklı gurur içerisindeyim. Bu yıl yaşlandım hem de fark edilir bir şekilde. Zirve'de Dicle ile karşılaştım, gel sana sarılayım ve enerjin bana geçsin dedi, enerjimden bir şey kaybetmedim ancak yaşlandım.
Bu yıl hayatta kaldım.
Bu yıl 2 arkadaşım öldü, biri intihar etti, tam kalbine nişan aldı, silahı nereden buldu hiçbir fikrim yok.
Bu yıl tümörünüz iyi huylu haberini aldım. Tümörünüz iyi huylu olunca da kötü huylu olunca da ona isim takma isteği duyuyorsunuz ve bu isim Marla olmuyor emin olunuz.
Bu yıl 132 terfi de söz sahibiydim, zorlu bir süreçti, içinde olmaktan çok mutlu oldum, adaylardan biri sonuçla baş edemedi, yöneticisi ve üst yöneticisi devreye girdi. Direktörüm beni onlarla bıraktı, olması gerektiği gibi. Bu benim için challenge bile değildi, ilkokul bitmeden Savaş Sanatı'nı bitiren biriyle tartışmayın.
Danışmanlığını yaptığım şirketlerden biri için işe alım tasarımı yaptım, plazanın dışına çıktım, konfor alanımdan uzaklaştım, hoşlanmadım ama sonuna kadar gittim. Şampanya patlattık, kutladık, sonuç iyiydi.
Bağlantılarım nedeniyle görev alanı dışında 27 kişinin işe yerleştirilmesinde rol oynadım, gelsin sevap points.
2 arkadaşımın düğününe katılmadım.
Güven sorunlarım açığa çıktı, gelecek kaygısı taşımıyorum bunun yanında anlam arayışım Allahuekber Dağları seviyesine çıktı.
Savaşmaya devam ettim, ekiptekilerin hayatını kolaylaştırdım. Aynı zamanda birlikte iş yaptığım yöneticilerin hayatlarını ise zorlaştırdım, kalın bir çizgi çekip kendi bahçelerinde oynamaları gerektiğini İK'cılık oynamaya kalktıklarında ise başlarına geleceklerden sorumlu olmadığımı net bir şekilde ifade ettim.
Görüşmeler sırasında adaylardan olumlu geri bildirimler aldım, enteresan şekilde teşekkür edip durdular. Mülakattan keyif alıyorlardı, assessmentlar konusunda bakış açıları falan değişmiş. Haliyle coşkuyu siz İzlekler ile anlık olarak twitter'da paylaştım.
Kilo aldım, kilo verdim.
Kitap okudum.
Evden çalıştım çoğu zaman.
2016 için koyduğum hedefleri gerçekleştirdim. Ok, tamam, ilk 3'ü dışındakileri gerçi kitabın 1. bölüm başlığını attım, bence bitti gibi düşünebiliriz.

Ocak ayında ölüm haberleri klişesi ile başlayıp, siyasi gerginlikler, bizans oyunları, çirkinlikler akıp durdu. 2016, 1897 yıldır devam ediyormuş gibi geldi ama bu onun suçu değildi. Rölativite.





2017'de 2018'in işlerinin bir kısmını bitirdiğim için, asal sayılı yıllarda çalışmama prensibine devam edebilirim gibi sanki. O tabloyu bitirdim 4 sene sonra, sergiye gittim, 1-2 kez yemek yaptım, evi daha minimal hale getirdim, 10 kitap hedefini tutturdum ve 17 kitap aldım, anlamsız şekilde alışveriş yaptım. 
Beni headhuntladılar, avladılar beni. 
Amele gibi araba kullanmaya devam ettim, gün ışığına hasret kaldım. 
Pazarlama ekibine ayar verdim. 
İş görüşmesine bir kez gittim, direktör bana iş kitlemeye çalışırken dünyanın en dandik anlaşmasını yaptık. Keriz danışmanlığı verdim bir şirkete. 
2 kez kan verdim, Mısır'a gidemedim.
Btw, sevgilimden ayrıldım. Hıııı, bilmiyorsunuz. 
Yolda sevdiğim bir şarkı duyduğumda gülümsedim. 
Şirkette her sabah günaydın diyerek insanları günaydın demeye ve medenileşmeye zorladım. İK'nın sevilen yüzü oldum. 

NE İSTİYORUM;
Bloga yazdığım şeyler gerçek olduğundan kendimi Bastian Balthasar Bux gibi hissediyorum. Guyz, yeter artık, denize bakan bir ofisim olsun istiyorum bunu temin edin artık lütfen. Bir süre Uzak Doğu seyahatine gidip benden haber alamamanızı da istiyorum, kiraz çiçeği festivali falan da olur. Hediye alınan çiçeklerin ölmemesini istiyorum, ben bir çiçek katiliyim, 2017'de bana çiçek alın ama ölmesinler. 
Arabam Gaye(evet adı bu) artık arıza uyarısı vermesin, Coco hava soğuk kayabilirsin demesin, şom ağızlılık yapmasın mesela. 
İK devam edebilir, sorun yok biraz zorlasalar başka alana kayacak gibi bir halim de yok değil. Nedense bir fluluk var iş ile ilgili hedefler koymakta zorlanıyorum, daha fazla işe alım yerine bu sene anlamlı 2 işe yerleştirme yapayım, 42 koçluk, hah belki şatoda atlarla liderlik eğitimi var beni ona göndersinler, evet. 
Hepiniz için huzur, sağlık, akıl fikir diliyorum, potansiyelinizi ortaya çıkaran, zeka yükselten yöneticiler, sizleri zorlayacak ekip arkadaşları, sevip sarmalayacak aşk böcükleri ve ölenler için anıtsal mezarlar çünkü sizler iz bırakmayı seversiniz. 
Mont Blanc ve Lamy aldığım için bu yıl kendime Sevan Bıçakçı yüzüğü sahip olma hedefi koydum, maddi olarak gayet tatlı bir hedef kanımca. 

Camon Santa, bu yıl çok uslu bir çocuk oldum, mutlu olmak benim de hakkım. 

Öperler,
K2'nin Coco'su

4 Aralık 2016 Pazar

Aday Süreçten Çekildi

Neeeeeeeey????
Evet doğru okudunuz Sevgili İzlek. Çatırt.
İK'cının kalbinin kırılmasıydı duyduğunuz bu ses. Bizim kalbimiz olmadığını düşünüyorsunuz, aslında haklısınız, bizde kalp yerine patates var.










Kariyer portalında ya da şirketin primitif excel kayıtlarının tutulduğu işe alımın takip edildiği dosyada ki genelde adı; İşe Alım Aday Takip, Açık Pozisyonlar, Databeyz... gibi aşırı cool isimlerden olur. Ben genelde Orta Dünya'dan isimler seçerdim, orkların yaşadığı yerler falan bittabi bu şehir dışında olmama göre şekil değiştirirdi.
Biliyorsunuz son dönemde bir şoförüm yok, amele gibi araba kullanarak departmana ulaşıyorum. Akşam dönerken bir arkadaşım önce mesaj attı, ardından beklemeye sabrı yokmuş ki aradı. Cococuuuuummmmm, n'aber? 1,5 günlüğüne bir proje yapacağız 5 hane dedi, sonrasını hatırlamıyorum, şaka şaka şehir dışında toplantım olduğu için kabul edemeyeceğimi söyledim, sonra yol boyunca ağladım, neden 6 hane değil neden, neden, neden...
İşte hikayemiz burada başlıyor, gözyaşları arasında yola bakarken  bir dalgalanma yaşıyor ve geçmişte yolculuğumuza süzülüyorduk.
Hayatımda işe alımla ilgili iki kırılma noktası var, biri bir ilaç firması ile yaptığım görüşme daha doğrusu yapamadığım. 24 kişilik yönetim kurulunun toplanacağı bir masanın bulunduğu odada 45 dakika boyunca görüşmecinin gelmesini bekledim. Bıyıklı bir amca geldi, adı Haydar, s.kt.r be Haydar isimli İK'cı mı olur lafı oradan kalma. Arkadaşlar Haydar isimli paşa olur, gar olur ama İK'cı olmaz. O lavuk 45 dakika bekletti, hiçbir açıklama yapmadı ve 10 dakika süren bir görüşme sonrasında beni serbest bıraktı. Hayatımın en saçma ve en b.ktan anlarından biriydi. Nasıl bir görüşme yapmayacağımı biliyordum artık.
İkinci kırılma noktası ise BJK plazada çok tatlı bir teyze ile(60 yaşında bir danışman adeta İK'nın Betül Mardin'i gibi bir şey düşünün) yaptığım görüşme. İlk yılın sonlarındayım ve headhunt numaraları ile bana ulaştılar. Bekleme salonunda bir görevli geldi, ne içmek istersiniz diye sordu, su istedim çünkü o zamanlarda da çaya tahammülüm yoktu. "Memnuniyetle" cevabı sonrasında beni başka bir odaya aldılar ve yıllar sonra hatırlayacağım nitelikte bir görüşme yaptık. Daha iyisini bundan önceki işimde yapacaktım ama o, başka bir hikayenin konusu:

En iyilerle çalışmak için en iyileri işe almanız gerekir. 

En büyük fucked up moment hikayemi biliyorsunuz bünyesinde işçi ölümlerinin yaşandığı bir inşaat firmasına şehir dışından bir aday yönlendirmiş, tüm detayları müşteri firmanın yöneticisi(danışmanlık şirketinin eski çalışanı olan o kazulet kadınla) paylaşmıştım. Görüşme cumartesi günü yapılacaktı ve yönetici o görüşmeye gitmedi, aday kapıda kaldı, kadın umursamadı. Aman Tanrım! Cumartesi ya da hafta sonu diyelim çalışılan işyerlerinde çalışma noktasında motivasyonumun yüksek olduğu söylenemez. Bir adaya bunu yaşattığım için iç organlarım büzüşmüş, bu durumun telafisinin olmadığı gerçeğiyle canlı canlı solucanlarla dolu bir toprağa gömülmüş gibiydim. Utanıyordum hem de başkasının adına, bu ne biçim ayna nöron, bu ne biçim etik anlayışıydı.
Aradan yıllar geçti, aday takip konusunda hassasiyetim devam etti, hatta o kadar ki benimle görüşecek adaylar asla beni bekleyemez, askeri disiplin, 00 geçe toplantı odasında olurum, yöneticiler beni lafa tutamaz, uçak kaçırılamaz, görüşmede adaya kötü davrananın aklını alırım. Bu yüzdendir ki herhangi bir yönetici görüşmeye katılacaksa bunun eğitimini almış mı sorarım, almadıysa direkt eğitim öneririm, sektöre katkı sağlarım ama asıl amaç o öküz, o kendini beğenmiş, o hırbo tipin adaya saçma sapan bir şey söyleyerek skandal yaratmasını önlemek evet bunu amaçlarım. Proaktif babandır. Marka elçisiyim ben, ben çok iyi direktörüm, çok güzel sorular sorarım... tarzında gerzek ifadeler emin olun bizi etkilemiyor, para-çokomel-yetkinlik bazlı mülakat eğitimi.

Şimdi size bir zamanlar birlikte çalıştığım direktör seviyesindeki Mümtaz'dan bahsedeceğim. Mümtaz talihin kötü bir oyunu sonrasında ölen dedesinin ismini ölene kadar taşıması için seçilmiş, hasbelkader bir yerlerde bir şeyler yapıp sonrasında kovularak falan o şirkete gelmiş, fiziksel olarak atanamayan Demir Demirkan gibi düşünebilirsiniz. Ben bundan sonra kendisine Demir diyeceğim izninizle, tarif edeyim, bir zamanlar saçları varmış ama artık yok, hafif bir göbek, kötü ceketler giyen, kafasının içerisinde çizgifilmden bir dünya olan bir adem. Kısa liste, uzun liste gibi listelerle uğraşmayayım diye kendisine bir çekmece oluşturup, cv'leri de oraya atmıştım, ilgiyi çok seven bu arkadaşa oyun alanı yaratmam gerekiyordu. Gerçi bu oyun her geçen gün daha saçma bir hal alacaktı ancak benim bundan haberim yoktu, henüz.
Önce portaldan kendisine şifre atadım, kullanıcı adı bilmem ne. Şifresi ile giremeyince beni aradı, mühendisti ve bu çok mantıklı gelmiyordu. Yanına gittim, "Demir123 yapmıştım ama şu anda giremiyorum" dedi. Shit. Bana ne söylüyorsun ya, ayarsız tospaha, sonra keşfettik ki yanlış linkten giriyormuş. Sorunu çözdüm, ertesi gün İK'ya izin formu vermek için gelmişmiş de bana uğramışmış, herkes bana aşık şakası yapardım ama yeri ve zamanı değil.
"Adaylar telefonda nasıl tepki veriyorlar, heyecanlılar mı?" sorusu ile hem beni hem ekibi paralize etmeyi başardı mesela. Bir sonraki gün "Nasıl? Güzel cv seçmiş miyim?" diye soruyordu, projenin bitmesine 56 gün vardı ve benim sabrımın o kadar dayanıp dayanamayacağını bilemiyordum. Güzel mi seçmek bakın bu noktada kafamda MFÖ-Peki Peki Anladık çalmaya başlıyordu.
Pozisyon renkli, yönetici seviyesi bir pozisyondu, ilk tur adaylarını görmeye başlamıştık, görüşmeye benimle birlikte girmeyi istedi, moderasyon bende olmalıymış, ona da peki. O yokken adayları ben görüyordum, 2. görüşme için geldiğinde "Sen katılmıyor musun :(" tribi ile karşılaşıyordum. Vay anasını sayın seyirciler. Asistan, "Komiksin Coco, sorular hazırlamıştı ve senin de onu görmeni ve takdir etmeni bekliyordu, yıkıldı." diyordu. Ben şok, ben vefad.
3. haftada görüşmeye ekibini de eklemek istedi, alışılmışın dışında bir uygulama. Sorduğum ilk soru ekibinizde mülakat teknikleri eğitimi alan var mı, bu arkadaşların kendi iş arkadaşlarını seçebileceklerine inanıyor musunuz son olarak direktörün onayını aldınız mı? Arkasından Ceza'nın maykrofon şov yapar gibi hızlı konuşma tarzı ile yanlış işe alım maliyeti nutku attım. Direktörden onay almadan ilerlemeyecektim, istediği kadar iyi niyetli ve kafası high olursa olsun, bu kadar köylülüğü kaldırmıyordu bünyem.
4. hafta adaylardan biri bir mail attı, süreçten çekiliyorum, görüşmede negatif enerji aldım tarzında bir açıklama ile. Acıttı. Demir idiotu adayı olumsuz değerlendirmiş, görüşmenin bitmesini beklemeden pozisyon için neden olmayacağınının sinyallerini vermiş adayı kazanmak için hamle yapmamıştı. Odada olmadığım için adaydan bilgi aldım, Demir'den bilgi aldım, direktörü bilgilendirdim.
Bitti sanıyorsun ama daha bitmedi, o şaşkoloz bir görüşmeye devam ederken ben, ekibini alıp görüşmeyi bastı. Ekip "Coco Hanım, sizi bastık eki eki" diye şaka yapmaya çalışırken adaya "Anladığım kadarı ile yöneticimiz ekiple sizi tanıştırmak istiyor." dedim(çok iyi salağa yatarım, iq'um 156 puan birden düşmüştü). Hınını ya altın gününe çevirdiler görüşmeyi, yok samimi havada geçecekmiş yok bilmem ne, biri telefonuyla oynar, biri bilgisayarına bakar, aday kime konuşacağını bilemez halde... Görüşme sonrası benim yüz ifademden hiçbir şey anlaşılmadığını söylediler, bravo en azından bu kadar zeka pırıltısı vardı.
Siz bizi sevmediniz gibi bir yorum yaptı biri, "Sevmek???" diye sordum. Ne sevmesi ya! Ne sevmesi embesil insan, adayın aklını aldınız strese girdi. "Ben insan sevmem dedim. Zorunda kalmadıkça."
5. hafta yine bir görüşmeye takımıyla girdi, ben başka bir toplantıdaydım, adayı harcamayın uyarısı yapıp diğer toplantıya katıldım. Dönüşte adayın "Nesini beğendin?" sorusu ile karşıladılar. Ben de kuruma - kültüre uyum sağlama durumu, yetkinlikleri, değişim falan, kariyer planı, güçlü yönleri falan filan anlattım. Yaptığı iş bizim işimizden biraz küçük, ık bık, mühendis ama keşke biraz da şöyle olsa falan... Baktım sayıyor da sayıyor paşam, sonuna kadar dinleyip;
Neler arzu ettiğinizi anlıyor ve atomlarıma ayrılıyorum dedim. İstediğiniz bu özellikleri taşıyan bir adayı rahatlıkla headhunt yapar ve bulurum ancak sizin şirketiniz adaya teklif yapabilecek kadar güçlü değil, havuçlarınız sınırlı, elde tutma konusunda ise haliniz... dedim. Yaşlı teyze yani en azında Boğaziçi mezunu olsaydı dediğinde kayış koptu, keşke olsaydı dedim ama HALAMIN DA BIYIKLARI OLSA AMCAM OLURDU, bu pek mümkün değil gibi dedim, nefesimi tutarak ölmeye çalıştım ama ölmedim. 
Aday küsmüştü, bu yetersizlerin verdiği tepkiler adayın ameliyatlı yerine gelmişti, firmanın imajı, işveren markası zımbırtıları, süslü formlar, hazırlanan videolar, memnuniyet anketleri, o havalı görseller, o minnoş lansmanlar at at at at at hepsini çöpe at. Çünkü senin o görgüsüz, o kendini beğenmiş, o delujınıl çalışanların benim A+ mülakatımı sabote etti. Aday süreçten çekilmesin de ne yapsın. Kendini tutmuş usturuplu usturuplu yazmış, ben olsam CEO'ya yazarım, twitter'da yazarım, mülakatta kusarım. Seda Sayan'ın Sen Kimsin! videosunun tiradını atarım. Herkes akıllı olacak.

Bir İK'cının demotive olduğu anlardan biridir aslına bakarsan, adayı aramış bulmuş ya da ilandan bulmuştur, pozisyon kapanmak üzeredir, aday telefon mülakatında süreçten çekilir, iğneli epilasyon gibi bir acı yaratır bu.
Görüşme yapılır, 2. veya 3. görüşmede ayrılmak ister, böyle kapsül gibi, uzaya doğru(atmosferden yani) gittikçe adaylar uzaklaşır, bunun acısı kabak çekirdeği yerken son çekirdeğin acı çıkması gibidir, kekremsi, leş.
En kötüsü teklif sonrasında teklifi reddeden, revize edildiğinde bile reddeden adaylar yüzünden yaşanır. Böyle kayak yaparken ayağını kırmış gibi acıtır.
Son nokta ise her şey yolunda giderken ekipten(İK dışında) birilerinin sabotajıdır. Bu acıyı tarif etmem gerekirse yaraya tuz basmak falan değil bildiğin MANKURT olayıdır. Bilinç falan komple gidiyor, öyle büyük bir acı çöllerde akılsız geziniyorsun. Camooonnn mankurtu bilmiyor olamazsın.





Hayat devam ediyor tabi, benzer hikayeleri yaşayan dostlarım da var. Demir'e ne olduğunu soruyorsun değil mi, bir Güney Afrika seyahatinde düştü, boynunu kırdı ve felç oldu, o pozisyon doldu hatta Demir'in yerine geçti yeni gelen, ekibindeki o iki kıt zekalıyı şutladık, komple değişim iyi geldi missss. Bana Karma yok diyemezsiniz.

Yöneticiler vardır, kafada beyin, kafada saç, göğüs kafesinde kalp.
Yöneticiler vardır, adaya hamile kalmayı düşünüyor musun diye soran nüfus memuru kılıklı.
Yöneticiler vardır, hayatında iz bırakır, sevgiyle anarsın, ölünce üzülürsün.
Yöneticiler vardır, yenge karşısında biraz kılıbıksın galiba diyen.
Yöneticiler vardır, şuursuz, denyo, oç, yöneticiler vardır git iş görüşmesi yap burada seni harcayacaklar diyen.
Yöneticiler vardır, insan taklidi yapan, adaya aday gibi davranan, iyi soru soran, şirketin marka elçisi olan, işini seven.
Yöneticiler vardır iyi halay çeken.
Bir de bu maymundan iki gün önce doğan tipler vardır, sinirlendim yine.

Adaylar süreçten çekilir,
Çalışanlar istifa eder,
En yakın arkadaşlar ölür,
Yetenekler kaçar,
Yetenek olmayanlar şutlanır,
Şişko olanlara her zaman güvenilir ve sırlar anlatılır.

Evet Sevgili İzlek,
Ben Coco, erken dönem ezilmişlerin ve kötü işe alımcılara maruz kalmışların Azizesi ve harikulade Prenses. Umuyorum ki en sevdiğin işi yaparsın.
Sevgiler,
Coco

9 Kasım 2016 Çarşamba

Bize de mi Rotasyon?

Yazının fon müziği: Radiohead Fade Out





Bu yazı yıllar içerisinde Selami Şahin'in peruğu kadar gelişim gösteremeyen beyaz yakalı çalışanlara gelsin. Keltoş, alınganlık yapma, cevher olan yerde ot bitmez, iq'un 7,6 ama seni böyle de seviyoruz.

Teyzem telefon etti, evladım siz niye öyle fotoğraflar çektiriyorsunuz konferansta diye serzenişte bulundu, ona göre konferans aşırı önemli bir olay.

Oturumdan çıktım, düşünüyorum, buradayım ve hala para kazanmaya devam ediyorum, son zamanların motivasyonu bu şekerim, beğenmeyen oğluna almasın. Ceyda bir yandan gülüyordu bir yandan da "Coco, senin şu iş görüşmelerinde işe başlarım ancak bilmeniz gereken bir konu var, yıl içerisinde 16 tane İK organizasyonuna önceden kayıt yaptırdım, yerseniz." demene hastayım diyordu.

Bence hayat güzel, ayrıca siz istemezseniz olmaz. Ben istedim, ben hala istiyorum, Kara Kule köşe ofis, 26. kat civarları, o pozisyon benim için marine ediliyor, bunu hissedebiliyorum. Son zamanlarda ModernEast binasını gözüme kestirdim.
Programım çok iyi hazırlanmış durumda, çok minnoş, canavar bir asistanım, ofisimde bir papağanım, şoförü olmayan bir arabam var. Buna da şükür. Bu aralar en büyük korkum bir sabah geldiğimde papağanı ölü bulmak, hatırlayın küçükken beslediğim tüm hayvanlar ölmüş ve bahçeyi hayvan mezarlığına çevirmiştik. Ben onlara zirveye gideceğim dediğimde onlar da bana "odanda papağan olacak" dediler, ne kadar zor olabilirdi ki? En fazla ölürdü. Köpek mezarlığına gömerdik.

İşim bitti, ofisten çıktım. Minimum 35 dakika süren bir yolculuk maksimum 1,5 saate çıkıyordu, ekiptekilerle her hafta yolculuk ettiğim biri oluyor, salı günleri Hector'un günü, genelde Buyaka'ya gidiyoruz. Bugün sevgilisinden ayrılacak. İşe odaklandığı bir dönem olduğu için kız arkadaşına zaman ayıramıyormuş, ah bu gençler, yok artık. Hector ile roadtrip koçluğu yapıyoruz, hiçbir şey yazılmıyor, yol boyunca kendi sorularına cevaplar bulmasını bekliyorum, araba koçluğu çok özel bir alan, niş, yerseniz, ben uydurdum. Kendisi über tatlı bir insan, ekipte olmasını arzu edeceğiniz, enerjisi ve motivasyonu yüksek, etrafa pozitif pıtırcıklar saçan hatta neşeli falan bir arkadaşımız. En olmadık zamanlarda "Coco size kabak tatlısı getirdim" falan diyor, Hector bizim kıymetlimiss guyz. İş ile ilgili stresi var, yeni direktör geldiğinde kendisi ve ekibin kalanı ile konuşmuş, sonra yeni organizasyon yapılanması diyerek depromote edilmiş, ücret aynı seviyede bırakılmış, sizin anlayacağınız rütbesi düşürülmüş. Moraller yerle bir tabii, buna rağmen iş odağının yanında hizmet odağını sürdürüyor, hayatımızın bir yerinde zor ve öküz yönetici ile çalışıyor ve tanışıyoruz sanırım. Onun hikayesi yeni direktör gelince başlamış. Ben ise daha sonra katılıyordum onlara ve katılmamla birlikte ofiste yine bir hicret başlıyor, İK yer değiştiriyordu. Mühendislerden biri gelip rotasyon mu yaptınız diye soruyordu. Rotasyon, rotasyon, rotasyon... Ben 3 kez rotasyon deyince ekranın dalgalanmaya başlamış olması gerekli, umarım olmuştur.

İzleklerden biri sordu, rotasyon nedir, neden atılır diye. Öncelikle benim ex de rotasyona maruz kalmıştı, bazen güle oynaya bazen de seve seve rotasyona gidilir. Bu yol ayrılık yoludur aslında, tek çaremiz ayrılmaktır ama çalışanı kaybetmemek adına gel seni bir rotasyona gönderelim kafan açılsın, nefes al denilir. Şut'dan önceki son duraktır kötü senaryoda. İyi senaryoda ise çalışanımız yetenek olarak tanımlanan ve şirketinin %95,7'lik kesiminden(küsüratlı salladım çok da şey yapmayın) daha etkili bir birey olarak konumlanır. Gelişim, değişim, liderlik, ıvır-zıvır nedeni ile diğer birimlerde görev alması sağlanır, ileride daha büyük katkılar sağlayacak, o olmadığı zaman yeri doldurulmakta zorlanılacaktır. Tabii siz bunu nereden bileceksiniz.




Kariyer Yönetimi tarafında süreç şöyle gider:
  1. Unvan tanımlama, güncelleme, hede hödö kontrolü.
  2. Kariyer yolunun oluşturulması ve kritik olarak tanımlanan görevlerin belirlenmesi.
  3. Atamaların belirlenmesi, yatay & dikey rotasyon(kımıl kımıl bir şeyler oldu hissettiniz mi)
  4. Terfi edecek kişilerin belirlenmesi.
  5. Yedekleme zımbırtısının belirlenmesi. 
  6. Gelişim Merkezi tanrılarının devreye girmesi. 
  7. Çalışanlara koçluk yapılması, mentorluk, danışmanlık falan yapılması. 
  8. Yetenek Konseyi toparlama. 
  9. Raporlar, İstiklal Marşı, kapanış. 
Olabildiğince primat bir sıra izledim. Ama diyelim ki idealden uzak bir tablo var, yönetici arıza ya da ast arıza, çatışma yönetimi kısmı felaket, ilişki yönetimi, ekip geliştirme falan zombi apokolipsi. 

O ZAMAN NE OLUR?

Çalışan ya da yönetici İK'ya koşar, olmuyor Azizim ben bu denyoyla yapamıyorum, KPI'lar tutmuyor, tutum ve davranışları değiştiremiyorum, ekibimde istemiyorum, farklılık yönetemeyen çapsız biriyim falan der. 
Önümüzde gidecek taşlı yollar, iki ucu b.klu değnekler vardır ve bu su hiç durmaz. Çalışanı kaybetmemek adına rotasyon seçeneği kutsal bir ışıkla belirir. Rotasyon Kitabı'nı açarız ve içinden rastgele bir departman seçeriz, askdlaşskjşlsdkjfşsldkf şaka yapıyorum elbette böyle bir kitap yok. Acaba? 

Gizli ajanda yönetmek bir yandan keyifli iken bir yandan da streslidir. Alfons ekibindeki Merve ile anlaşamıyor, neler beklediğini anlatmamış, Q3 projeleri çok yoğunken Merve gitmiş rinoplasti operasyonu geçirmiş. Alfons'un beklentisi ise ameliyat olmadan önce ona sormasıymış, detayları da kaçırıyormuş, artık kendisi ile çalışamazmış falan filan şampiyon Milan. Merve'ye şirket içerisinde alakasız ancak onu şutlamayacak uzman pozisyonları aradık. Merve Hector'un eski sevgilisi, gördüğünüz gibi şirket değil Dallas. Hector'a rotasyon yapılmadı tabii. Merve'nin süreci hassas yürütüldü. Önce kurban bir direktör bulduk, uzman seviyesinde açacağı pozisyonun iş tanımını istedik, yetkinlikler ne olmalı onu konuştuk, ilan çıkmadan önce Alfons ile Direktör X'i buluşturduk, aralarında anlaşana kadar bekledik. Moderasyon ne sıkıcı iş yeaaa. Neyse ikisi onay verdi, konuyu Merve ile bir araya geldiğimiz toplantıda Merve'ye açtık, ne pis bir iştir. Çalışanın kendisini yetersiz hissetmeden şirket içerisinde bir asset olarak... ABV cümleyi toparlayamaz haldeyim şu an. Neyse Merve kabul etti, motivasyonu ilk zamanlar durağandı, gerisi başka bir hikayenin konusu. 

Birlikte çalıştığımız yöneticilerden beklentilerimiz arasında stratejiyi etkin bir şekilde 
yürütsün, doğru kişiyi doğru yerde konumlandırsın, onu etkili bir şekilde yönetsin, mükemmel performansını ödüllendirsin, kötü performansını iyileştirsin, çalışanları geliştirsin vs. yer alıyor.

Potansiyeli ortaya çıkartsın, zeka çoğaltsın... Durup dururken rotasyon isteği gelmez, ya bir sabah kahvaltıda yöneticileriniz sizin ışığınızdan bahsediyordur ve gelecek vaadi olduğu için bu hamleyi yapıyordur ya da tazminat konusu vardır, içerideki imaj da bozulmasın diye bu tip bir şeye gidiyordur. So, pireye kızıp yorgan yakmanız tavsiye edilmez. Bu tip bir karar veriyorsanız bu departmandan ayrılmak istiyorum, beni köreltiyor, beni anlamıyor, iq'um gün bazında düşüyor dediğiniz noktada geçtiğiniz yerde bulunan stres noktalarını yönetmeniz gerekeceği gerçeğini unutmayın pls.
Yaptığınız her hamle, attığınız her adım size kariyer engeli olarak geri dönecek, yakın gelecekte arızalarla uğraşmanıza neden olacaktır. Şüphesiz ki inananlar için bunda dersler vardır.
(Kariyer Kitabı, bab 7 üzerine 11:2)
Mezmurlar 3:6 ne der?
Hatırlayalım: Korkum yok çevremi saran binlerce düşmandan.

Son olarak bu yazının konferans bilimselliği ile bitmesi için;

823 uluslararası yöneticiye sormuşlar, kariyerlerinde potansiyellerini ortaya çıkartmaya yardımcı olan faktörler için verilen cevaba gel;
%71 zorlayıcı görev demiş,
%49'u iş rotasyonu ve kişisel mentor demiş. Toplayınca %120 yapıyor farkındayım, sunumu başar baltaş yaptı, hatırlayın, annesi ve babası da sunumu izlemişlerdi veli olarak. Ve ben bu sunumu izlememe rağmen hala 152 iq ile sizlerle birlikteyim.

Gitmem gerek. Daha Marketing Director'un saçma branding fikirlerini çürüteceğim.

Rotasyondan sorumlu Senior Hr Head'iniz,
Coco

P.S. Elbette ben sizi tutuyorum.

5 Kasım 2016 Cumartesi

People Make The Brand

Employer Branding Conference, yani diyor ki BU, İŞİNİ PSİKOPATLIK DÜZEYİNDE SEVENLER için.






Kafam: Güzel
Hava: Ayaz mı ayaz, ellerim ceplerimde
Çanta: Bugüne kadar tasarlananların en sevimlisi
Yaka Kartı: Tam istediğim gibi
Ajanda: Kapağındaki insanların yüzlerine çizim yapmaya müsait bütün keltoşların artık saçı var sayemde
Kitle: Elit, very berry elit, çok gençler ile oldukça yaşlıları da bir araya getirmiş
Mekan: Shangri La, ben çok severim siz de sevin

Yılın en organizasyonu bol dönemine girdik, bütçeler onaylandı, yeni pozisyonlar için go dendi, buna rağmen kasada hala harcanmayan ancak eritilmesi gereken paracıklar olduğundan bazı şirketler çalışanlarını zirvelere göndermeye başladı. Ben mi? Tatlıııııııım, benim yüksek mevkilerde tanıdıklarım var ve kişisel davetli olarak gittim. Dolayısıyla çok mutluydum.
Uyandım, bugün işe gitmeyecektim, ekip zaten her şeyi hallediyor, küçük ik canavarları yetiştiriyorum, bilseniz ne keyifli. Her gün suluyorum onları, davranış değişikliği yapmak istiyoruz Coco diyorlar ay ben şok.
Neyse uyandım işte, haliyle kolumu sola uzatıp telefonu aldım, akışı inceleyeceğim, baktım bağlanmıyor, tekrar denedim, Türk Telekom cortlamış, bunu daha sonra fark edecektim çünkü wi-fi de TT, sonra ipad'i denedim zira nano hat diğer operatörün, oradan da giremiyorum, faturalar otomatik ödemede. Eeeeeeee, VPN açarken ekşiye girmeye çalıştım. Nihayet beklemekten ciğerim solmuşken gece bir sürü olay gördüm. Tv'de haberler de yumuşak bir şekilde gece operasyon yapıldığı falan anlatılıyor. Kafamda bir sürü soru işaretiyle giyinirken "Şimdi ne olacak?" dedim.
Daha ne gelebilir ki başıma dememeyi 22 yaşında öğrenmiştim, sevgilimden ayrılmıştım, en yakın arkadaşlarım yatay geçişle başka okullara transfer olmuştu ve ben 4 odalı bir evde yalnız başına oturuyordum. O gün öğleden sonra evime hırsız girmişti. Ne isyan edeceğim, nasıl olsa daha denyo bir şey çıkacaktı karşımıza.
Güzel bir motor yolculuğu yaptıktan sonra otele giriş yaptım, ne tatlı bir mekan, uzak doğu esintileri, şahane tablolar, harika bir kahvaltı sonrası danışmaya gittim ve "Merhaba, ben Coco" dedim, arkadan biri yaklaştı. Merhaba Coco Hanım sizi beğenerek takip ediyoruz... diyerek bir enerji yüklemesi yaptı, o yüzden Dinamo Ekibi'ne en kalbi duygularımı sunuyorum, güne puanımı 68'e çıkarttılar. Senyörlerle sohbet ettim, konu zaten sevdiğim konu da oraya gelmeden sabahki gelişmeler konusunda genelde benzer düşüncede olan konuklarla konuştum. Bir ara AmcaBey göründü, sektör ile ilgili durum tespiti yaptık çünkü benim bilmediğim birkaç şeyi o biliyor. Uğur Bey ile tanıştım, Ufuk Hanım var sonra, eski ekip arkadaşlarım... Bundan sonrasını biliyorsunuz, bir avuç elittik.

Evrim'e bol şans diledim, zor bir sabahla başlayacaktı. Evrim kendiyle zoru olan, iyi iş çıkarmaya odaklı bir kadın, hisli de, sahneye çıktı ve şunu söyleyebilirim ki; yerçekimine karşı sallanan biri olarak sahne performansı çok iyi. Anlatacak o kadar çok şey var, izlerken bunu düşünüyorum, sunumunu beğendim, umarım yöneticiler feyz alır da artık Y demeyi bırakır. Yetenek kıtlığı, 181 üniversite açılması ve gençlerin gereken kalitede eğitimi alamaması, 2020 beklentilerine bakıldığında ülkemizin korteks göçünü yaşamaya devam edeceği, son 2 yıldır düşüş trendinde olan departmanların satış, satın alma ve tedarik zinciri tarafı olduğu, merak etmeyin içiniz rahat etsin İK'nın hala popüler olduğunu anlattı. Genç profesyonellerin ideal şirketlerini seçerken %67'sinin o şirketin çalışanlardan etkilendiğini, öğrencilerin ise %54'ünün çalışanlardan etkilendiğini de dinledim. Mevcut şirketin arkadaşlara tavsiye edilme oranı ise 5,7.
Elbette yeni sözcük öğrendim, ikigai sabah seni uyandıran şeymiş, biliyorsunuz ben uykum bitince uyanıyorum onun dışında sevdiğim işi yapmak, net hedeflerin olması, İK'da bir süper kahraman olmak, dünyayı ve işsizleri kurtarmak benim ikigailerim arasında lakin en önemlisi bir zeka yükselten olarak anılmak sanırım. Meraki var bir de caciki gibi bir şey, yaptığın işe ruhunu, özünü ve sevgini katmak, çocuklar ben var size çikolatalı kek yapmak.
Tarihin en korkunç, en ruhsuz, en zorunda kalınmış sunumu Garanti'nin sunumu idi, 2 arkadaşım kendini whatsapp mesajlarına gömdü. Şubelere pasta nasıl gönderilir, çerçevelerle fotoğraf nasıl çektirilir falan onu dinledik.

Günün benim için en sabırsızlıkla beklenen diğer bir sunumu da Heineken idi, Kenan Doğulu'nun uzun boylusu(Alfonso Aunon Garcia) ve İspanyol aksanlısı sahnedeydi. Skandal go places denemesinde yaşandı, vpn mipien bir şekilde giriyorduk webe lakin sahnedeki adam yaptıkları harikulade işi bir denekle yapıyordu ki bağlantı yarıda kaldı, 2. deneme de başarılı olamadı dolayısıyla bir kreşendo ile tamamlayacağı şov diğer reklamlarla tarihte yerini aldı ki Jose Mourinho'lu reklamı izlemek ya da ayrımcılıkla ilgili reklamları izlemek de yetti. Pazarlamayı ve İK'yı bu derece ahenkli, yaratıcılığı ve humoru bu kadar şahane kullanıyor olmaları tatlı bir kıskançlık doğuruyor bünyede. So iyi işlere ve yetenekli insanlara aşık olduğumu biliyorsunuz. Anlamak ve İnanmak, yaratıcığın kimyası, ve bunları yeteneği Heineken'e çekmede kullanmak üzerine güzel bir sunum izledim. Evet ben izledim, ben, ben, ben! Önce manifesto filmini hazırlamışlar, daha sonra interaktif The Interview film, efenim takip eden bölüm ise The Go Places website'ı hazırlamak olmuş, The Master Key Visual ve Individual  Brand Key Visuals'ı yapıştırmışlar.

Cem Canikoğlu'nu geçen ay farklı bir zirvede aynı sunumla izlemiştim, tekrar anlatmayacağım lakin şunu söylememe izin verin, 1 sunum 2 farklı zirvede/konferansta farklı tonda icra edilebiliyormuş. Birinde yanlış yaptım'ı dinlerken diğerinde yaptım'ı dinledim.
Richard Mosley, bildiğiniz Richard Mosley işte.

Evet sevgili izlekler, bir organizasyonun kritiğini daha sizlerle paylaşmaktan onör duyuyorum.
Çilemse çekerim, kaderimse gülerim. Hepinize hayırlı uğurlu işveren markaları diliyorum.
İşveren Markası Elçiniz,
Coco

4 Kasım 2016 Cuma

Heineken

Bilen bilir ben futbol sevmem, birleştirirken geri zekalılaştırır. Bunun yanında ben Heineken severim, Zlatan severim, Jose Mourinho severim.
Buyursunlar, etkileyici bir reklam, Employer Branding'in konuşulduğu People Make The Brand'de de bahsi geçti. Heineken İK tarafında harika işler çıkarırken, reklamlarında da harikulade çalışmalara imza atıyor. Keyifle izlediğim bir şey olunca sizlerle paylaşmak için yerimde duramıyorum biliyorsunuz. Artista hareketler kalp ben.




Go places vardı bir de.

28 Ekim 2016 Cuma

Columbia ile Efso Mülakat - 2 East Coast Interview

Geçenlerde bir İzlek ile sohbet ediyorduk. Konu Ankara'da yaşamam daha sonrası katlanmam için gerekli olan rakamdan açıldı. Aslında bütün suç şu tweetin:



Sonra işte şehir hayatını ne kadar sevdiğimden falan konuştuk. İstanbul'a dönerken EV sözcüğünü kullanmam dikkatini çekmiş. O söyleyince benim de dikkatimi çekti, anladığım kadarıyla benim gibi benimseyeni ya da yaşayanı yok bu şehrin. So boşaltsanız da rahatlasak, Haliç'te kürek çekmeye devam etsem??
Başka nerede yaşarım sorusu aklımda, bol seyahat eden bir tipim, büyük-küçük birçok şehirde konakladım yine de İstanbul K2 seviyesinde. Olmazsa neresi olur sorusu gelince Roma ya da New York dedim. Şehir Çocuğu rozetim birden omzumda belirdi.
Bütün bunları neden mi anlatıyorum?
Columbia tafnıs direktör iş görüşmeleri New York ayağını yayınlandı. 3000 yetalelik mont giyiyorum bırak da bahsedeyim. Aşırı rahat tavırlarının, adayların rahatlığının, görüşme için kanoya binmenin ya da dağlara çıkmanın hastasıyım. Ben en fazla yer altı fasilitesinde olmadı otelde iş görüşmesi yapıyorum. Yürüyerek mülakat ise en sevdiğim. Öyleyse buyursunlar, kahkahalar atarak izlediğim bir başka şahane görüşme sizlerle. Adaylar Governers Island'a gidiyor, masanın üzerindeki adamcık, görüşmeyi yapan İK'cının denyoluğu, mezarımın taşına mülakatta fark yaratamadığı için öldü yazsınlar. Beni de korkutsanıza mülakatta, en fazla silahla katılan olmuştu. Şapkalı olan favorim. Bir de en büyük korkunuzun resmini çizin, bir deeeeeee plaza kübikleri






Hepinize aydınlık günler ve bol güneşler dilerim.

Coco the  Director of Toughness HR Head
p.s. siz şimdi inanmazsınız diye taaaaa gittim 2014'ten toughnesslığımı anlatan yazı koydum, gömerim sizi rerörerö istemiyorum.
Öperler.



27 Ekim 2016 Perşembe

Cevher not Found


Yıldız tarihi 34-062-009-2-34
Yer: Anadolu'nun hiç sevdiğim bir şehri.


Her sabah işe giderken müzik dinliyordum ama ofise girmeden önce beni gaza getirecek bir şarkı seçerdim listeden. R&B, soul, hiphop, arabesk, 60-70'ler Türkçe pop sadece bir türe odaklanmıyordum.

İşimi Macklamore'un şarkı söylerken eğlendiği gibi yapıyordum. Hayalimdeki işe çok yakındı, ne olacağımı 2001'den beri biliyordum. Ne istediğimi bilmiyorum kısmı sadece bundan sonra uzun vadeli bir şey mi istiyorum yoksa X şirkette çalışmak istiyorum gibi kesin ifadeleri düşünürken geliyordu. Yoksa çok tatlı şirketlerde çalıştım, hem danışmanlık hem kurum tarafında cirit attım ki bu da bana esneklik kazandırmıştı, sayısız sayko yönetici ile çalışmıştım. Rahatlıkla kendi ofisimi kurabilirdim ki baskı da bu yöndeydi, neden girişimci olayım ki? Whatever.
Gözlükleri taktım, nikelarım ayağımda, gözlüğüm gözümde, saçlarım mor ve fönlü cool bir şekilde ilerliyorum. Kapı kendiliğinden açılıyor aynen bir film karakteriyim / lakin ayağım düşüp yere yapışmıyorum onu Esenboğa'ya giderken yaşamıştım o da bir kez oldu.
Ofisime geçerken garsonumuz espressomu masama bırakmış oluyor. Kod adım ile binaya giriş yaptığım iletiliyor, yüksek güvenlikli bir fasilitedeyiz, koruma falan. Kod adım ne mi? Sıçrayan Midilli değil tabii kod adlar vahşi hayvanlardan seçilmiş hayal gücünüze bırakıyorum, gizem iyidir.




Merhaba,
Ben Coco, Cevher Avcısı'yım. Özel yetenekleri olan insanları bulup yeteneklerinin heba edilmemesi için uğraşıyorum. Şaka lan şaka ben bir hipermarkette kasiyerim, gündüz düşleri görüyorum, siz varmışsınız, ben bir blog yazıyormuşum siz de okuyormuşsunuz, lise 2'den terkmişim, evde balığım ve evcil sümüklü böceğimle yaşıyormuşum. Marketin adı Cevher Market'miş aksldaksjldkasld.
Uyandınızsa devam ediyorum.

AMA

Toplum olarak kullanmaya bayılıyoruz. Camon, ben hiç kullanmadım, kullanmayacağım,  kullanıyordum ama bıraktım demeyeceğim. Ama'nın gücü diye bir güç var. Force hep sizinle olsun.
Peerlarım X kuşağı idi, Arge'de Dr. Attila(dünyanın en komik mühendisi), Ücret'te Dr. Ünlü ile geçiyordu günlerim. Doktor çok enerjik sabahları odasına geçerken "Günaydın! Gençler ve genç kalanlar!" diyerek halkı selamlıyor. Benim odama geldiğinde kendisini "Günaydın Doktor ya da Günaydın Profesör." diyerek selamlıyorum, çok hoşuna gidiyor. Profesör Xavier olarak bahsedilmesini seviyor, Sivaslı Xavier diyor kendi kendisine , Lab'dan mavi önlükle geliyor bazen de maske suratında, hasta bakıcı gibi miyim diye kafasını uzatıyor. ASdlksjlkdjflskdjflskdjf akıllısı beni bulmaz, delisi başımdan ayrılmaz günlerimdi... Ünlü ise bir Star Wars fanı, ilk fimi 1983'de izliyor babası ile, sonrasında babası ölüyor. Ünlü bir nerd.
Ofise sabah kurabiyelerle gittim bir gün, dışarıdan denetleniyoruz(lar), Tanju diye bir amca var, şaşırıyor kimin doğum gününü kutluyoruz. Hiç kimsenin diyorum, ekibe tatlı bir şey yapmak istedim, u know? Ne deniyor şimdi buna Y kuşağı mı diye sorarken bizim zamanımızda ilk maaşı kutlamak için yapılırdı diyor. Tanju bayağı bir yaşlı ve göbekli. Y Kuşağı tepsin seni Tanju diyorum(içimden).

Benim işim yetenek tarafında av yapmak, 2 yıl sonranın işe alımlarını yapmak, işten çıkış sürecini iyileştirip, mavi yaka(şirinler) tarafını komple değiştirmek. Yes o zamanlarda da Y kuşağı idim. Benim için çok anlamlı bir işti, yolunda gitmeyen şeyleri düzeltecek, normal üstü yetkilerimle şirketin altını üstüne getirecektim. Geri bildirimler, caseler, yetkinlik bazlı mülakatlar, formların revizesi, tasarım... Eğitim tarafına karışmıyorum, ihtiyaç analizi, memnuniyet anketi uğraşamam.
Öküz gibi pozisyon yığdılar, 2 asistan ve bir uzman verdiler. Direktörler desen ayrı dert, Erin var o zaman, Erin çok tatlı, Demir Demirkan'a benziyor. İlk toplantıda uçuyor, öyle böyle uçmak değil, ekibine 3. yöneticiyi arıyor, adaydan beklentisi uzay mekiği kullanabilmesi falan. Havalı, artist, sonra aday yönlendiriyoruz çekmeceye(çekmece dediğimiz yöneticilerin sınırlı yetkilerle cv inceleyebileceği alan) falan atıyoruz buna, tamam tamam biliyorum falan diyor, şifreyi giremiyor beni arıyor. İlanda Yunanca yer alıyor, mail atıyor, Yunanca'yı da ekleyelim diyor(ilanı kendi hazırlamış ama ka-fa 1500). İlan görselini beğenmedim diyor, tabii bu benim konum değil önceden gelen bir görsel paylaşılmış, iletişim tonunuza uygun bir görsel paylaşmanızı istiyorum deyince(ki böyle abidik gubidik süslü cümle kurunca hoşuna gidiyor) afallıyor. Bir sonraki toplantıda kendi alanı ile ilgili zirveye katıldığımı duyunca iyice moronlaşıyor. 3. hafta sonunda nihayet ilana 500 kişi başvuruyor paşamız 15 kişi seçip odama geliyor, nasıl? iyi seçmiş miyim diye soruyor. Erin bir tavuskuşu, Erin ilgiyi seviyor, Erin onunla ilgilenmemi de seviyor. Erin bunu yer mi Anadolu Çocuğu modunda olduğumu bilmiyor, biraz keko ama tatlı bir keko.



Ekip ilginç geliyor o zaman. İlk gün itibariyle görüşmelere başlıyorum, sabah organizasyon şemalarını okudum, ilanları da önceden kontrol etmiştim. Görüşmeden çıkıyorum, formlar sorunlu, eklemeli çıkartmalı öneriler sunuyorum ve karşımda "AMA" ile başlayan cümleler kuruluyor.
Mavi Yaka turnoverı Alp'ler seviyesinde, çıkış mülakat formunun dilinin sadeleştimesi için hazır formatlardan birini eleştirel Coco bakışlarıyla çizmeye başlıyorum, yanlış harf, yanlış kelime, kötü tasarım... "AMA mavi yaka bunu doldurmaz!" diye bir cevap alıyorum.
Yetkinlikler için bir danışmanlık şirketi ile çalışıyorlarmış, çıkarın setleri ona göre işe alımı yeniden tasarlayalım diyorum ve başka bir "AMA" beni bekliyor.
Hah, anlatmayı unuttum, işe başladığım gün itibariyle bir masam, bilgisayarım ve telefonum yoktu, odam vardı, 2 gün bekledim, o nedenle toplantılarla kendime gelmeye çalıştım. Direktör tagledim, onlar konuştu ben not aldım, benden ne istiyorsunuz diye sordum, iyi AMA bir headhunt ile çalışamaz mıyız bu pozisyon 70 gündür açık cevabı aldım. Daha sonra ne mi oldu, ofis içerisinde taşındık, mavi koltuğum geldi, klasik bir başlangıçtı, Coco işe girer, masası yoktur, ofis taşınır, şirketin bir bölümü kapanır, birileri işten çıkarılır, bilgisayarı kendisinden 3 hafta sonra gelir falan.
Toplantı odasının birini kapatamaz mıyız diye soruyorum, full görüşme olacak, kapatırız ama içeri dalarlar diyor uzmanlardan biri. Kapıda Meşgul tabelası, kapının yanındaki ekranda içeride yapılan iş görüşmesi detayları yazıyor. Ama bir AMA var. Kültürel değişim şart.
3 gün boyunca yeni formun oluşturulması savaşını verirken, 2. hafta sonunda fonksiyonel yetkinlikleri alabiliyorum. Ama önce IT'den birinin gelip neden ajandamın diğerleri tarafından görüntülemediğini çözmesi lazım. Ama önce çağrı açmalısın.

Bir cevher vardı lakin bulunmasın diye uğraşıyorlardı. 
Değişimin insanları bu derece rahatsız ettiği, konfor alanlarında bu denli kalmak istedikleri başka bir organizasyon görmemiştim. Değişimi severdim, rutinimin bile değişken bir rutin olmasından hoşlanırdım, sürekli aynı yöneticiye bağlı kalmak beni sıkardı, yolunda gitmeyen işleri düzeltmeye ve iyileştirmeye bayılırdım. Bu insanlar ise uzun süre aynı alanda kaldıklarından saçma sapan değerlerine sımsıkı sarılmış yeni bir şey yapmamak için olağanüstü bir çaba sergiliyorlardı.

Hayatımda bu kadar çok ama ile karşılaşmamıştım, İK'cısından Head of Pazarlama'ya, direktörden servis elamanına ne kadar tip varsa değişime dirençliydi. Ekibin hızlısı Tuna herkes tarafından seviliyor, her konuda kendisine geliniyor, gün boyunca kitliyorlardı(kilitlemek). Tuna'ya görev tanımını sordum, işe alımcı idi ama resepsiyonist gibi herkes ona geliyor, her sorunu çözsün diye ortaya atıyordu. Tuuuuuuna bir Kayseri deyişiyle SUYA SÜNEK BOKA KÜREK idi. Tuna cenazelerinizde gözyaşı, düğünlerinizde gözyaşı, kalplerde sızı, arazide tazı idi.
Tuna zamanını daha etkili yönetmek için önce bir eğitim seçimi yaptı, sonra insanlara hayır demeyi öğrendi, hayır demek özgürlük, bilmiyorum demek özgürlük idi ve ona birinin bunları anlatması gerekiyordu. Bilin bakalım kim? AMA Tuna bunlar değişmez Coco Hanım, hep böyle diyordu.
Tuna, Tuna, Tunaaaaaa sen kiminle dans ediyorsun bebek? dedim.
Ben, Coco, fortress of solitude, hayırların yıkılmaz kalesi, uzun konuşanı kısa dinleyenlerin tanrısı, sonuç odaklılık ve sorunları basite indirgeme kainat başkanı... 

Sizce buna izin verir miydim? Tuna'ya her hayır dediğinde ya da sorunun çözecek kişiye yönlendirdiğinde sevap points vererek, duvarına post-itler yapıştırarak başladım işe, çikolatalı pasta seviyordu rüşvet değil de ödül verdim, davranış değiştirmesi için destekledim kendisini. İnsanlık için küçük, değişim için minicik adımlar atmasını sağladım. AMA. There is no AMA. Gayet değişti davranışları, o formları da değiştirdik. O yetenek havuzunu da, iş tanımlarını da, testleri de, caseleri de, aday karşılama sürecini, işveren markası süreci, gelmeyen bilgisayarları, hazırlanmayan masaları, welcome kitleri, Coco Survival Kitleri. AMA'lar rafa kalktı. Cevheri buldum. Ben oradaki görevimi tamamladım. Süper Kahramanlık sona erdi. Erin mi? O başka bir hikayenin konusu oldu elbette.

Yazının fon müziği: Ama artık yeter falan diyen bir Sezen Aksu şarkısı da olabilir Ama evlisin benim değilsin diyen Yıldız Tilbe de. Şaka şaka Metallica'dan geliyor Sad But True.

Ama değil fakat, lakin, zira Direktörünüz,
Coco

23 Ekim 2016 Pazar

İK'cım Dağlarda Gezer

Çok yakın iki arkadaşımla sabahın körü kahvaltısında buluştuk. En son bir araya gelmemizin üzerinden 2 dolunay geçmişti. Havalı gözlüklerimle sabah serinliğine ve deniz manzarasına karşı otururken sinsice arkamdan yaklaşıp "Naydın, buranın sahibi gibi oturuyorsun." dedi minnoş olan.
Şanslıyım, oldukça şanslı, über arkadaşlarım var, gidelim deseler nereye diye sormayacağım.
Bir diğeri plazanın üst katında çalıştığından o sırada katılamadı bize, siparişler 27 dakika sonra geldi, hafta içi boş vaktimizin çok olduğunu düşünenler de var sanırım.
Konumuz iş, aş, aşk sıralamasıyla gitti.
Bilmem gereken ne var? sorusu ile başlamayı seviyorum, karşımdakinin önceliği ne ona göre ben en önemli hikayemi anlatmaya başlayacağım. Ekipleyken de böyle, sorun ne, senin yorumun ne, çözümün bizi nereye götürür, o yolu tercih edersek neyi kaybederiz. Ewwwwwww ne kadar da prenses ve makyavelist bir insan.

Eski sevgili gündemi ile başladık, eski sevgilisi ile görüşen insan en asil duygunun insanı mıdır?
Biz İK'cıların dandik problemlerinden biri de iş görüşmesi yapacak insanların bize dost gibi yaklaşmaları, aslında bir çıkar ilişkisi başlatmaya çalışmadıklarını gösterme çabası, iş görüşmesi ya da performans görüşmesine giriş, gelişme, geri bildirim, kapanış ve/veya ayrılık. İstiklal Marşı. Mezarımın taşına "Çok Şey Gördüm, Yüzüstü Gömün Beni" yazsınlar. Son 2 yılımı sorun tespiti ve ayıklamaya ayırmıştım, eser miktarda iyileştirme önerisi sunmuş, CDO şapkası takmış gibiydim. Bir duruma baktığımda, gözlemlediğimde kritik sorunları görüyor olmam işim açısından bir avantajdı ama bunu kullanabileceğim rolü bulmam gerekiyordu zira normal iş dünyası tipleri brutal gerçeklikle başa çıkma konusunda sizin gibi esnek olamayabiliyor. Gerçekleri olduğu gibi kabul eden dostlarım da yok değil.
Bizim minnak eski sevgilisi ile görüşüyormuş, minnoş ise buna tepkili, ikisini atışırken dinlemek paha biçilemez. Benzer hikayeyi Nazlı yaşamıştı, acıklı biten bir işe alım hikayesi 2000'lerin ortaları mmmhhh hala değişen bir şeylerin olmaması bir bakıma eğlenceli.

İK'cıdan sevgili olmaz. #fwb olur, hold for applause, hold for applause, fade out.  Şaka oradan geldi, minnak her gelene more than welcome diyor, minnoş ise anı yaşamayı seviyor, anda kalma konusunda master degree.
Sana gelince "Seninki imkansızı iste, biraz zaman alsın. Columbia mülakatları gibi zorlu." dediğinde içten gelen kocaman bir kahkaha. Hayır acımadı, oğlakım ben. Öyleydi, zaman kaybı yaşamamak adına cut the crap diyerek süreci baştan ben iyi bir arkadaş olmam diyerek sonralandırıyordum. Ne saadet.
Biraz direktör dedikodusu yaptık, biraz transfer, eğitim falan bir de danışmanlık. Uyuşturucu kullanan çalışan ile ilgili problem nasıl çözülmeye çalışılır falan.

Nazım'ın bir şiiri geldi aklıma(gölgesi) ve dolayısıyla o şiirin yazıldığı kadın Suat. Platonik sabahların ilham perisi, rüzgar eserken kuşlar da uçsun, fonda klişe huysuz ve tatlı kadın çalsın ya da durun Güzide Kasacı-Ya Rab Kalbimin Sahibi Nerede olsun yazının fon müziği. Reel hayatta şiirsel bir durum yaşayamıyoruz bari okuyalım. Ben inanıyorum, gelecek ama İK'cı olmayacak, olmasın da. Bu arada Suat'ı Fosforlu Cevriye'den biliyorsunuz zaten, asıl adı Saadet imiş.

Teyze bu;




Şiir de bu;

Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını;
Bir kere eğemedim bu kadının başını.
Kaç kere sürükledi gururumu ölüme
Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme.
Cevapları öyle heycansız ki onun,
Kaç kere iman ettim, hiçliğine ruhunun.
Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi
Güzelliğin önünde, dolup, çarpmalı kalbi
Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal
Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal
Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor.
Bir çiçeğin önünde bir dakkika durmuyor…
Dönüyoruz yine biz uzun bir gezintiden
Gönlümün elemini döküyorken ona ben
O bana kendisini gülerek naklediyor
"Bilseniz mavi boncuk nasıl yaraştı." diyor.
Ya bu kadın delidir, yahut ben çıldırmışım
Ben ki; bir çok kereler kırılmışım, kırmışım
Ömrümde duymamıştım böyle derin bir acı
Birden onun yüzüne haykırma ihtiyacı
İçimde alev alev tutuştu yangın gibi
Bir dakika kendimin olamadım sahibi
Hiç olmazsa öcümü böyle alırım dedim
Yolda mağrur duran gölgesini çiğnedim.

Esenlikler dilerim, hepinize harikulade pazarlar efemmmmm.
K2'nizin İK'cısı,
Coconut Dağlarda Gezen



21 Ekim 2016 Cuma

Peryön 2016 Dünya İnsan Yönetimi Kongresi

Merhaba merhaba,

2 gün Kongre'deydim ve işe gitmediğim halde para kazanmaya devam ettim, ne kadar güzel değil mi...
2 kez kahve içtim.
2 kez yemek sırasına girdim.
Yer: Haliç Kongre Merkezi
Amaç: Dünyalı İK'cıları bir araya getirme

Hello Weirdoss, haftayı Haliç manzarası ile kapatmak muhteşemdi.

Neler oldu:
Kongre zamanında başladı, genel olarak sarkmalar önceki organizasyonlara göre gözle görülür biçimde azdı.
Konuk seçimi hakkında hem söylendim hem de İK'cı dostalarımın beklentilerinin yüksek olduğunu gördüm. Onlar da söylendi, bu kulaklarımla duydum.
Genç konuşmacı yoktu, 30'larının başı ya da sonunda olan bak 20'ler falan bile demedim.
16 dakikalık konuşma vurgusunun hemen her konuşmacı tarafından yapıldığını izledim(bayıldım X_X ben ex oldum). Arkadaşlar biz o sahneye çıkan herkesin 16 dakikada anlatacağını anlatabilecek yetenekte insanlar olduğunu düşünüyoruz.
"Siz  değerli İnsan Kaynakçıları..." kalıbını duymaktan kulaklarım kanadı, biz argon kaynakçısı gibi bir şey değiliz.
"Siz daha iyi bilirsiniz..." gibi saçma cümleler de baydı.
Akademisyen kökenli bireylerin ısrarla davet edilip sahnede nutuk atmalarını anlamsız buldum. Tekrarlıyorum saf akademik kariyer sahibi teori delisi teyzelerin/amcaların profesyonel beyaz yakalıya, beyaz yakalıyı, beyaz yakalıca anlatması is totally bullshit. Girişte "Akademisyen misiniz?" sorusu sorulup Peta savaşçısı gibi üzerlerine boya dökülmesi taraftarıyım. "Sizin de bildiğiniz gibi... Çok değerli hede hödö...". Ya bırak kardeşim, bana beni ne anlatıyorsun, sen hiç senden 55 yaş büyük adamla çalışıp, Y kuşağı çocuğu yokmuşçasına sana çemkiren bir yöneticiye maruz kaldın mı? (Y Kuşağı tabii hep siz mi söyleyeceksiniz) Geldin bana iktisat, Keynes, yok fordism, bantla üretim ehe ehe 16 dakikam kalmış... So havada kalıyor, biz oraya ilham almaya, kafada bir kıvılcım oluşmasına falan gidiyoruz...
Adamın biri İngilizce biliyordu mesela İngilizce sundu, 256. kişi de salonu terk edince ben de çıkma kararı aldım. Adı Bahadır olan birinin bana İngilizce konuşması ağırıma gitti sonuçta benim yabancı dilim Türkçe. *hüzünç
Sanırım tek eksik bir Finansbank sunumu idi, şükür onları da Qatar National Bank aldı umarım uzun bir süre izlemeyiz.
Fuar alanı katılımcısı kalabalıktı, Atak Akademi de oradaydı ayayayayayayayayayay. YKB düşünce gücü zımbırtısı çok popülerdi ve elbette Hürriyet fotoğraf köşesi.
Sahnedekilerin hiçbiri işten atılmamıştı, şutlanmamıştı, bilirsiniz biz İK'cılar el sıkışarak ayrılmayı tercih ederiz. Gerideki hikayelerini ben yanımdakilere anlattım İK dünyası ne küçük.
Çetin Zamanları Yönetmek oturumunda Mercedes'in İK bir numarası ile durum değerlendirdik, o da sahnedeki durumdan pek tatmin olmadı Weirdos, şöyle konjonktür böyle iyi dilek, havada kaldı her şey. Yani olay yaşla ilgili değildi, yoksa benim kıdemli tanıdıklarım da var.
Pembe bulutlar ile gri alanlar arasında gezinip duruldu. Haksızlığa uğrayıp mücadele verenler tarafında Sedef Kabaş vardı, oturum full çekti, profesyoneller yerlerde oturdu.
Peryön ekibi çok hareketliydi, kendilerine teşekkürler.
Yemek konusu hayal kırıklığı idi, ellerde sandviçler yerlerde oturdu halkımız.
Bir de şey soracağım, şey yüzüne bir şey yaptırmış değil mi, böyle kaşlar falan bakışlar biraz şey olmuş, evet.

Sonuç:
Bu çapta bir organizasyondan beklentiler büyük. Farklılık istiyoruz, aynılığın olduğu her organizasyon bizi hiçbir yere götürecek. İş yerinden kaçan afacan çocuklar olarak kalacağız, check-in canavarları, network zebanileri... Enerji istiyoruz, profesyonellerin profesyonelleri görüp "canım nasılsın ben çok iyiyim, biz hep İK" tandanslı ayaküstü sohbetleri ile kalmasın.
Hala Vuca'nın ekmeği yeniliyor, bitsin, karbonhidrat zaten çok tüketilince şey oluyor.
Aksi halde ne olur dersen bu başka bir yazının konusu. Camooon man, birbirimizi pohpohlamaya ihtiyacımız mı var? Retorik.
Kötü örnekler, berbat kararlar, küllerinden yeniden doğma falan bekliyoruz... Hah bu arada aklıma geldi, masalcı kadını arkadaşlarım övüyordu ilk kez izleme fırsatı buldum. Hoştu. Ama beyin bir şeyleri tamamlamaya odaklanır so hata olabilir derken bu teyzenin hikayenin farklı şekilde tamamlanmasını şifalanma olarak anlatması benim için tuhaftı.

Bunların dışında benim için şahaneydi, bir kere 2 arkadaşımı birbiri ile tanıştırıp potansiyel adayları ile agile görüşme yapmalarını sağladım. 3 arkadaşımı 7 arkadaşımla tanıştırdım, eski ekiplerimden 16 arkadaşımla buluştum, kendim için 2 de iş görüşmesi yaptım-yaptım derken onlar benimle yaptı e sonuç olarak bu kadar yetenekli olmak talebi beraberinde getiriyor ashdgajsdgfjshdgfjsdf. 576 sevap points cepte. 2 yeni arkadaşım oldu, olağanüstü network skoru ile eve döndüm. Alfred muzlu sütümü Adana'ya gidip getirmiş, mutluyum.

Coco'nun zirvelerde görmek istediği özel insan yavruları:

1- Cem Yılmaz(ilk kim getirirse kendilerine kişisel tebrik ve ödülüm olacak)
2- Alemşah Öztürk(ben kendisini izlemeyi seviyorum, tanıştım da maksat siz sebeplenin)
3- Fazıl Oral(Uzun zamandır izlemedim vallahi yokluğu belli, Fazıl burayaaaaaaaa Fazıl burayaaaaa)
4- Ali Atak(New Commer-o daha yeni, gelsin & gözler bayram etsin)
5- Gülbatur ve Şahbatur

Kadınlar için ayrı bir liste yapacağım 1 numara Tina Fey, 2 numara Gülse Birsel, 3- Jenny Lawson or Leyla Alaton...

Bitiriyoruz. Bir gün zirvede sahneye çıkarsam, önce hepinizi ayağa kaldıracağım, sonra herkesin sol tarafındaki ile yer değiştirmesini isteyeceğim, sonra en solda olanların bir arka sıraya geçmelerini isteyeceğim, telefonların ışıklarını açmalarını da isteyeceğim, sahneden sizin fotoğrafınızı çekerken "ne kadar da etkileyici bir kalabalık ama yine de siz bilirsiniz." diyeceğim. Ben bunları yaparken 5 dakika 59 saniye geçmiş olacak, ya 16 dakika da ne kadar kısaymış falan diye sempatik görünmeye kasmayacağım çünkü aşırı sempatik bir insanım. Tanısanız hiç sevmezsiniz. Sahnede zıplamayacağım çünkü AmcaBey sevmiyor ama sahneye tavandan uçarak ineceğim, aklınızı alacağım, 2,5 iq ile bitireceğim. Öperler.

Zirvelerinizin dağcısı, Director of Toughness,

Coco Maya de Medina

10 Ekim 2016 Pazartesi

Geri Bildirim

İş bu yazı kendini bilmezlere, farkındalığı olmayanlara, kendini değerlendirme konusunda yardım alması gerekenlere, performans görüşmesinde saçmalayanlara, Dunning-Krugerler'e ve benzerlerine adanmıştır.
Uçağa yetişmem gerekmese daha uzun yazardım ama gitmem lazım bebeksiler, o da başka bir yazının konusu olsun.





Kaybedenlerin Kanunisi,
Coco

8 Ekim 2016 Cumartesi

Columbia ile efso mülakat

Son zamanlarda izlediğim ve işe alımla ilgili en tatlı işlerden biri, taaaaa Avustralyalardan Bengü yüzünden haberim oldu.
Yer: Dağ
Pozisyon: Director of Toughness yani Direktörlük bi'şey bi'şey
Şirket: Columbia Sportswear

Zirvede mülakat yapmayı kim istemez, kim zirvede bırakmaz istemez????? K2'de yapılacak olanı için talibim. Bağlanma korkusu kısmında ise kocaman bir kahkaha attım. İzleyin ve eğlenin lütfen. Olm dağa tırmanmak efsane değil de nedir, vallahi benim aklıma gelmişti.
Buyursunlar;





1 Ekim 2016 Cumartesi

Adaylar Ne Söyler, İK'cı Ne Anlar?

Sen  zannediyorsun ki bunun bir manuel el kitabı var.
Yazının fon müziği: Human

Sevgili İzlek, iyi sabahlar dilerim.

Ekibin juniorlarından biri, bu arada ekibin yarısı 90'lılardan oluşuyor, hafıza+beyin salatası üzerine konuşurken-biliyorsunuz bana küçükken çok beyin yedirildi, teyzemler o yüzden böyle olduğumu düşünüyor- "Beyin çok şey ya, hiçbir şeyi aklında tutamıyor." benzeri bir şeyler söyledi. Ne tatlılık.
Beyine haksızlık ettiğini söyledim, henüz keşfedilmemiş kısımları olan bu 1,5 kiloluk boz renkli organı daha verimli kullanmayı bilseydik şahane olmaz mıydı? Görüşmelere girerken psikoloji tarafına yoğunlaşan bu minnak arkadaşım beyini bir çırpıda harcamıştı. Ve ben Miranda Coco Priestley, O'na haksızlık ettiğini söyledim, hemen.



Yetkinlik
Potansiyel
Yetenek
Tahta!!!!
Önce bunlara bir bak, bu hafta için ödevin bu dedim. Daha sonra da insanlardaki potansiyeli ortaya çıkarabilmeleri için uygun ortamın hazırlanabilmesi için neler yapılabileceğini falan konuştuk.
Q3-Yoğun bir işe alım dönemindeyiz, çoklu sayıda görüşmeler yapıyoruz. Odaklandığımız konulardan biri sürecin tatlı bir pürüzsüzlükle tasarlanmış olması ve aynı minnoşlukla sona ermesi. Adayın güvenlik kapısından girişinden itibaren tokalaşıp-uğurladığımız ana kadar bizimle birlikte olduğu süre boyunca muhteşem hissetmesi. Hayır, biz hizmet sektöründe değiliz, otelci değiliz ama aday deneyimi kilit konu. Sonra korkunç işe alım hikayelerinin kurbanlarını dinlemek zorunda kalıyoruz.

So, CV öldü!!! Yaşasın CV'sizlik!!! 


diyemiyorum. CV hala ölmedi, sosyal medya profilinden madencilik yapma ve bununla övünme devam ediyor, aday ile İK görüşmesi, yönetici ile tanıştırılma, referans kontrolü gibi olaylar devam ediyor.
Adayın söyledikleri ışığında yaptığı işi, motivasyonunun kaynağını, mutlu olacağı iş ortamını, arzu ettiği yönetici tipini ve çalışma şeklini anlamaya çalışıyoruz.
Dolayısıyla kendini inandırmaya çabalarken "Yanlış anlamayın burada insanları hor görmek için söylemiyorum ama ilkokul mezunu adamı yönetici yapmışlar." gibi bir cümle kurduğunda bu olayı daha iyi anlamak adına daha derine inmeye odaklanıyoruz. Zira adayı mutsuz eden durum ne? Zira mı, zira nedir?
İlkokul seviyesinde mezuniyeti bulunan yönetici ile ilgili sorunu mu var, kendi yaptığı işin kontrol edilmesine mi dayanamıyor. İş görüşmesinin sonuna kadar kendini frenleyip, ayna karşısında çalışılmış cümleleri sıralayan adaylarla karşılaştığım oldu. Bu da bir yöntem, görüşme sıkıcı bir şeydir, gergin olabilir, aday kendini yatıştırmak adına avuçlarını dizlerine sürebilir, stres mülakatı yapmıyoruz, rahat hissetmesini sağlamak önceliklerimiz arasında. Sıkıntı her sorduğunuz soru için kendi hikayesine geri dönmeye çalışıp, sorulara genel cevaplar vermesi, ideali anlatması, pozisyon için uygun adayın rolüne bölünmesinde. Onun için yapılandırılmış iş görüşmesi, yetkinlik tanımları ve dolayısıyla star tekniği ve daha niceleri.
Kimi kafa avcısı free stayla gidiyor, bazen sadece son iş tecrübesi sorgulanıyor, bazen aday magmanın oluşumu, yer kabuğunun soğuması ve anaokulundan itibaren anlatmak istiyor. So stres seviyesini düşürmek adına bu girişi yapmasına izin verip sonrasında sorularınızla yönlendirebilirsiniz çünkü orada bulunduğunuz süre belli, amacınız belli.
Bizim minnak görüşmeyi yapmış geldi, "Aday ile ilgili bazı noktalarda bulanıklık var." hımmmm. Görüştüğünüz sürede açıklık getirmediği noktalar için adaya aynı soruyu farklı şekillerde sorabilmelisiniz, doğru mu anlıyorum şeklinde bir yaklaşım politik olarak uygun. Yani Ricardo Montalban senin baban mı? Doğru mu anlıyorum? Evet bunun gibi, bir Brezilya dizisi kahramanı gibi. Genel cevaplar sizi kurtarmaz. Etkin ve verimli bıdı bıdılar.
Unutmayın, amaç pozisyona en yakın adayı bulmak, çalışan mutlu olacak, şirket mutlu olacak ki sonra zirvede gelip turnover oranımız %1 diye hava atabilelim. 
Aday açısından ayrılma nedenlerini anlatmak en zorlayıcı konu başlıkları arasında. Bunu nasıl ifade etmesi gerektiği konusunda da kararsız. Öncelikle yöneticimi ve şirketimi kötülemek istemiyorum deyip yardıran da oluyor(hayır bal gibi de kötülemek istiyorsun, gözlerinden okunuyor beni seviyorsun, eline versem hepsini bir kaşık suda boğarsın), beklentilerimiz uyuşmadı, Q4 için performans hedeflerimi gerçekleştirdiğim halde beni terfi ettirmedi diyen de, yöneticim biraz aptaldı, patronun damadıydı, yalancıydı diyen de...

Markaya katkısı ne olacak bu kişinin diye soruyorsunuz, mevcutu mu sürdürecek, değişimin öncüsü mü olacak, yerinde mi sayacak yoksa zarar mı verecek.
Adaydan hesap soran İK'cılar duydum, quzum siz geri zekalı mısınız? Retorik bir soru oldu, bunu size hiç yakıştıramadım.
Skandal bir iş görüşmesi duydum geçenlerde, bir İK'cı adaya İngilizce seviyesinin yeterli olmadığını, görüşme sonrasında hemen bir kursa yazılması gerektiğini söylüyor. Genel Müdür ile görüşme öncesinde yol almış olması gerekiyormuş, süreç olumsuz olursa da kur parasını kendi cebinden ödeyeceğini söylemiş, gördüğünüz gibi PROFESYONELLİK AKIYOR HAJUM!
Horoz sesi duydum. Geç kaldın horoz ben senden önce uyandım.

Seçtiğiniz kelimeler sizi tanımlar, bir insan en çok neden bahsediyorsa onunla ilgili sıkıntısı vardır mesela bende beyin yok >_<  Yok yok, şaka, bu tip genellemeler yapmayacağım. Ama kelimelerin bir gücü var, buna inanıyorum. Bir keresinde bir iş görüşmesinde direktör bana yapıyı anlatıp, "Coco burası berbat, dökülüyor, yardımına ihtiyacımız var."dedi, açıklıkla organizasyondaki tüm saçmalıkları konuştuk. Daha sonra iş teklifi yaptı, çoklu iyileştirme yapılacaktı, imzayı atarken en sevdiğim kalemimi kullandım, göz göze geldik, hayırlı olsun biz mi sana pozisyonu sattık, sen mi bize iteledin, anlamadım dedi. Gülümsedim. İK'cı İK'cının kurdudur guyz, şeytani bir gülümsemeyi 6 km'den tanırım. Tatlı bir işe imza atmıştık, ama bu başka bir hikayenin konusu.

Okumak isterseniz, Robert Dilts, Dil İllüzyonları ideal bir kitap.

Minyonların sevgilisi, potansiyel arttıcı hatta limitless pill'iniz,

Coco

28 Eylül 2016 Çarşamba

İşe Alım Cinayetleri

Ancak bir aptal öylesine işe alım yapar. Ancak bir aptal cinayet işledikten sonra olay mahaline geri döner. Tanrı aşkına ne diyorsunuz siz kuzum?
Ölümcül, uzun vadede canınıza okuyacak hatalardan, işe alımla ilgili olanlardan bahsedelim mi?


  1. İşten ayrılan kişinin doppleganger'ını bulmaya çalışmak. Yani tıpa tıp aynısını bulmaya çabalamak. 
  2. İş tanımının yüzeysel olması, detaylandırılmaması, muğlaklık dolayısıyla zaman kaybı, mülakatta yaşananlardan dolayı prestij kaybı, işveren markasına etkisi bla bla bla. 
  3. Adayı değerlendirirken favori sorunuza en beğendiniz türden cevaplar vermesi(klişe, aynılaşma, vasatlık), halo etkisi, snop judgement falan. Yani diyorum ki tek soruya göre çıkarım yapma, adayın tarafını tutma, cevapları idealleştirme yetmezmiş gibi yetkinlikleri göz ardı etme. 
  4. Referans. Referans sorgusu yapılan şirket var, kredi kartı-risk durumuna kadar inceleyen şirket var, referansı hiç sallamayan şirket var. Sonuç bad hair day, bad reference. Unutmayın, İK'dan bilgi alınır, bağlı olduğu yöneticiden bilgi alınır, deneyimsizse üniversitedeki akademisyenlerinden falan bilgi alınır en azından 10 yıl önce öyleydi. Aday, aileden birini ya da arkadaşını referansları arasında gösterebiliyor. So işe alım maliyeti olarak size geri döner aklınız uçar. Aman diyorum. 
  5. İşe alma sürecini amatörlerin eline bırakmak. Sorry bro amatör ruh başka, amatörce  iş yapmak başka. PepsiCo işe alım sürecinde adayın olumsuz olması durumunda da telefonla geri bildirim yapıyor mesela. Neden işe alınmadığını aktarıyorlar, neden diğer aday seçilmiş.  Junior Recruiter da olsa geri bildirim veriyor ama bu işin nasıl yapılacağı konusuna hakim. 
  6. Tıpkı kendine benzeyen birini aramak. Değerlendiricinin saçmalaması, narsistliğe giden yol. 
  7. Üst yönetimdekilerin zayıf birilerini seçerek daha kolay yönetme sevdası, where is the challenge isimli Marmara Bölgesi yöresi türküsü sizler için geliyor. Bozlak falan seçmek isterdim ama acil uçağa binmem gerek. 



Vizyonu veren yönetim ekibine sahip, gözleri aşka gülen taze söğüt dalı kahramanınız,
Coco



23 Eylül 2016 Cuma

Ejderhanızı Nasıl Eğitirsiniz?

Bu bölümde Kariyer isimli ejderhanızı nasıl eğitebileceğinizi anlatacağım. Tünaydın sınıf, oturabilirsiniz.





Kariyerinizin bir bölümünün kontrolü sizde, bir bölümü dış etkenler ile şekilleniyor. Oran vereceğimi düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz ama sallasaydım 73-27 kuralı derdim sonra da bu fikri satmaya çalışırdım(hayır satmaya çalışmazdım).

Hangi okulda okuyup hangi bölümden mezun olacağınıza siz karar verdiniz, bu noktada aile büyükleriniz, okuldaki ve belki hazırlık kursundaki danışmanlarınız da yönlendirdi. Bazılarınız sırf bölüm adı havalı diye okudu, yerleştirmede en kötü senaryoya göre gittiniz... Velhasıl bir bölümden mezun olabilecek olduğunuzu kanıtladınız. Belki staj yaptınız, belki çalıştınız okurken biraz deneyim elde ettiniz. Bundan sonrası ne istediğinize bağlı olarak değişecek.
Hayaller vs. Hayatlar, klişe ama beklentiler, gerçekleşenler ve elinize verdiklerimiz de diyebilirdim.


Ben artık İK'yı sizlere anlatmaktan bıktım. Olm harika bir iş yapıyoruz, kafamız güzel, ben ve yakın birkaç arkadaşım daha da mükemmel olması için devam ediyoruz.
Kontrolü ele alma zamanı geldi, sizler artık yetişkinsiniz, farklı bir kimlikle hareket etmeniz, eylemlerinizin sorumluluğunu üstlenmeniz bekleniyor. İş hayatında sizi motive edebilirler, sırtınızı sıvazlayabilirler, yaptığınız hatayı kabul edebilirler ya da sizi yerin dibine sokabilirler. Her organizasyon hata yapmak için alan yaratan yöneticelere sahiptir diyemiyorum.
Hayal kurmaya devam, 5 yaşında ne olmak istiyordun, lisede ne olmak istiyordun, üniversitede ne olmak istiyordun, şu anda neredesin. Bunları otur, düşün, değerlendir. Tekli kariyer, uzmanlaşma falan tarih oldu, X kuşakları hafiften şakaklarına kar yağmış şekilde senior professional hayatlarına devam ediyor. Birçok konuda uzmanlaşabilir, farklı alanlarda çalışabilirsin. Her şeyi yapabilirsin, güç senin içinde demeyeceğim, birçok şeyi yapabilirsin %100 adanmışlığa hazır mısın, ne kadar ödün verebilirsin, bunları düşünmeni istiyorum. Ben senin tarafını tutuyorum.
Değişim konusunda tavrın nasıl? Değişebilir misin, değişime direnç gösterme konusunda ısrarcı mısın, acaba bunlar senin kariyerine olumlu/olumsuz ne gibi katkı sağlar(katkı sağlamak kalıbını cümle içinde kullanmak için ölüyordum, rahatladım).

Hangi alanda iyisin? Seni ne harekete geçirir? Motivasyonunu sağlayan noktalar neler, enerjini içeriden mi alıyorsun, dışarıdan mı geliyor?

Şu anda nerede olduğunu bir değerlendir bakalım. Bizim taraf kişilik envanteri kullanarak daha yakından tanımaya çalışır. İnsanları etkilemek mi istersin, ikna etmek, satış yapmak, bir fikri satmak, yaratıcı bir şeyler ortaya çıkarmak, nesnelerle mi aran iyi, mekanik vs., sahada olmak mı hoşuna gidiyor, yoksa plazada pineklemek mi, analizler konusunda mı iyisin, veriler, araştırma sonuçları? Farkındaysan burada senin için bazı şeyleri kolaylaştırmaya çalışıyorum.
Başarı tanımın ne? Gerçekçi misin? O şeyi başardığında senin için anlamı ne olacak?

STAR diye bir şey var, iş görüşmelerinde sıklıkla kullanılır.
Situation, başarılı durum neydi?
Task, görev neydi?
Action, eylem neydi? Sen ne yaptın?
Result, sonuç neydi?

Kurumsal firmalarda 360 derece değerlendirme kullanılır, bunu yapan bir organizasyonda değilseniz fikirlerine ve tarafsızlığına güvendiğiniz, iş yaptığınız kişilere çalışmalarınızı ve iş yapış şeklinizi sormayı deneyin. Yalnız sonuçları duyunca alınganlık yapmak yok.

Hedefler, hedefler, hedefler.

  1. SMART olsun, şekerli olsun, evet bu yöntemde de baş harfleri alıyoruz, hedeflerimizin spesifik, ölçülebilir, ulaşılabilir, gerçekçi, zamanlı olmasına bakabiliriz. Kısa ya da uzun vadeli hedefler olabilir bunlar. 
  2. Sonra bu hedefler için adım atın, aksiyon planı oluşturun, takip edin, yardım alın. 
  3. Değerlendirme Merkezinde falan ya da performans görüşmelerinde gelişim alanları ve güçlü alanlar çıkarılır. Bildiğimiz en primat halini yönetim dersinde lisansta vermişlerdi, ohooooooo 1000 yıl geçti üzerinden ama swot habire karşımıza çıkar. Öneri kısmında kişinin gelişim alanları hakkında yol gösterebilecek yollar belirlenir. Efendim şirket içerisinde rol model olarak gördüğü bir yönetici ile çalışsın, teknik eğitim alsın, mentorluk/mentörlük varsa koçluk, vay efendim yöneticisi tarafında grup içerisinde takdir edilsin, yeni projeler verilsin, abartsın büyüsün ve sponsorluk verilsin(bu noktada yetenek yönetimine geçtim, duruyorum o başka bir hikayenin konusu). Veya şirket dışından birini rol model alsın, sosyal medya hesaplarında takip etsin, varsa kitabını okusun, onunla çalışmak istiyorsa görüşme talebinde bulunsun. 
  4. Network yapın sorry sanki bana rock starsınız. 
  5. Asansör konuşmaları yapın. 
  6. Başarılarınızın kaydını tutun, şirkette görünmesini sağlayın. 
  7. Hedef piyasanızı tanımlayın, ücretinizi sabitleyin, sizi çalışırken minimum mutlu edecek rakam, psikolojik alt sınır önemli. Farklı bir havuç vermiyorlarsa eğer şu anda kazandığınız rakamın altında bir transfer sizi geriye götürebilir. 
  8. Kahve için, taşikardi için değil, sosyalleşmek için, başarılarınızı anlatmak, kendinizi hatırlatmak için. 
  9. Gülümseyin.


Mis gibi Ejderya oldunuz, sizinle gurur duyuyorum.
Gitmem lazım, redesigning a top performer's job olayı ile ilgilenmem lazım.

Always yours,

Coco

Yazının fon müziği: Pink Floyd- Hey You

22 Eylül 2016 Perşembe

Yapabileceğinin En İyisi Bu mu?





Bu yazıyı limit 0'dan Sonsuz'a giderken, içim kan ağlayarak yazıyorum. Yazının fon müziği Aşkın Nur Yengi'den.
Ben istiyorum ki kariyerlerimiz çarpışsın ama görüyorum ki sizde yok. Şaka şaka bende yok, biliyorsunuz benim bir kariyerim yok ya da kendimi kariyerimle tanımlamıyorum(ne büyük bir yalan).
Gece konuklarım vardı, hayvan gibi bir yemek yedik, yani içinde hayvan vardı. Hayata ve seyahata dair saçmalık dün bol bol. 9 günlük tatil sonrası işe dönüş, adaptasyon sorunu, her şeye şaşıran yeni müdür üzerine güzellemeler yani. Kültür farkları bir diğer başlıktı. Elbette işini savsaklama ve en iyisini üretme üzerine de cikledik. Velhasıl konuşmaktan yorgun düştüm(k).

Bu arada 2016 Eylül işsizlik rakamlarına bakalım dilerseniz, Disk'in sayfasından ulaşabilirsiniz.
İşsizlik %12,2
Son iki yıl içersinde yeni işsiz sayısı: 473.000
Geniş tanımlı işsiz sayısı: 6.000.000 +
Tarım dışı genç kadın işsiz oranı %28
Tarım dışı genç işsizliği oranı  %23

Böyle haller içerisindeyken yapabileceğinin en iyisi ne? Haydi bunun üzerine biraz düşün.
Ben de bu arada size Richard Nixon dönemi Dış İşleri Bakanı Henry Kissenger'in insanları çalıştırma ve en iyisini talep etme noktasındaki ustalığından bahsedeyim. Seversin sevmezsin umurumda değil, tanımıyor olman falan bana çok uzak. Bir gün personel şefi kendisine dış politikanın bir boyutu(x boyutu bu noktada konuyu bilmiyoruz classified) ile ilgili bir rapor sunar. Kissinger raporu alınca sadece şunu sorar:
-Yapabileceğinin en iyisi bu mu?
Personel şefi düşünür ve patronunun çalışmayı yeterince iyi bulmadığını düşündüğünden endişe eder, cevap verir:
-Sayın Kissenger, sanırım daha iyisini yapabilirim efendim der.
Fonda 60'lı 70'li yıllar olmasına rağmen - i believe i can fly çalıyordur ve sevgili Henry'nin personel şefi bu cümleyi İngilizce olarak söylüyordur bittabi. 
İki hafta sonra revize edilen raporla gelir adam, Kissinger bir hafta boyunca elinde tutar raporu ve bir not iliştirilmiş olarak geri sunar. Notta ne mi yazıyor:

-Yapabileceğinin en iyisinin bu olduğuna emin misin? --> bunun İngilizcesi.

Bir şeylerin eksik olduğunu düşünen personel şefi raporu tekrar yazar(muhtemelen ana avrat küfretmiyordur çünkü Türkçe bilmiyor). Bir hafta sonra tekrar gelir:
-Sayın Kissenger siz çok öpülebilir bir insan gibi görüyorsunuz sizi öpmek istiyyorroom der. Yok yok yok bu başka bir hikayenin konusu. Evet gelir ve der ki, Sıyın Kisincır, bu yapabileceğimin en iyisi.
Bunu duyan Kissenger durur mu yapıştırır cevabı:
-O zaman artık raporu okuyabilirim, benim beynim çöplük mü(tamam tamam çöplük kısmı yok, şaka yaptım).

Olm, İK'cılar bu kadar acı çekmişken siz daha neye hede hödö yapıyorsunuz? Kıl mısınız?

Yani diyor ki ne kadar çalıştığın önemli değil,
Az, öz İzzet Öz! İşini doğru yap, düzgün de olsun, işin senin imzan, neyi nasıl yaptığın bir süre sonra koridorlarda konuşulacak. Bunun yanında belirli bir standardın olsun ve özgürleş.

En iyilerine layık ve çalışanlarından yapabileceklerinin en iyisini talep eden kahramanınız,

Coco Perfect

18 Eylül 2016 Pazar

Neden Şişkosunuz?


Bu yazıyı yeşil çayınızı ya da bulutunuzu yudumlarken okuyunuz


Şişko demeyeceksin, duygusal yeme bozukluğu olan acılar çekmiş birey diyeceksin.
Koltukta yandakinin üzerine evrilen özel insan yavrusu diyeceksin.
Biraz kilolu sempatik birey de olur.
Yağlarla kaplanmış et parçası diyeceksin.
İnsülin direnci ile savaşan hatalı üretim diyeceksin.
Sedanter hayatın kölesi olmuş iradesiz diyeceksin.
Depresyon hırkası giymiş sonbahar melankoliği diyeceksin.

25 tane daha benzer cümle kurarım ama çok yorgunum. Şüşkoluk kaderiniz değil elbette, ben de küçükken şüşko değildim zaten, sonradan bi'şey oldu bir alamet geldi. Ama bu başka bir hikayenin konusu;

Neden kilo veremiyorsunuz?


  • Zihinsel bir kararlılık yok, bir adanmışlık, tekrar etme yoluyla pekiştirme ı-ıh yok.
  • Yeterince alarm zili çalmamış, göğüs kafesinde bir sıkışma, morbid obeze bağlı fonksiyon bozuklukları, taşikardi falan olmamış, ağzın burnun yamulmamış, deri değiştirmemişsinizdir belki.
  • Arkadaşlarınız da şüşkodur. Sosyal çevreniz nedeni ile kilo alıyorsunuzdur.
  • Partnerinizin bir tür fetişi vardır, kilolu insan sever ve besler, camoooooon bir sürü haber okuduk öyle. 
  • Motivasyon ve devamlılık sorunu. Çaba göstermeme.
  • Excuses yani diyor ki bahane göt gibidir herkeste bulunur. 
  • Büyük beden mağazaların yaygınlaşması, hayatın daha da kolay bir hale gelmesi, balina kıçınıza göre elbise dikecek kişisel terzinizin olması. 
  • Fiziğinizle değil zekanızla gündeme gelmek istemeniz ama IQ skorunuzun Türkiye ortalamasının altında olması, bir nevi şuursuzluk hali. 
  • Çok fazla yaşamak istememek.
  • İnsanların sizi beğenmesini istememek, saklanmak için kiloyu kullanmak. OoooooooOOoooooo ağır saçmalamak. 
  • Aşırı stres yüklü ve iyi planlanamayan iş hayatı, mobbinge maruz kalma, duygusal şiddet uygulanması, ailevi saçmalıklar. 
  • Yanlış beslenme, alerji ve intolerans durumlarının bilinmemesi. 
  • Aşkın bitmesi.
  • İşlenmiş gıdalar. 
  • Kilolar lens. 



Elbette kilo nedeniyle işe alınmayan bir çok insan var kimi bunu bilir, kimi bilmez. Bu noktada kimse bu yazının iş hayatı ile ilgili olmadığını iddia edemez. Şekilci birer pislik olan insanlarla yaşıyorsunuz. Eski şirketteki morbid obez Eser, mide kelepçesi taktırmış şu anda finansın tozunu attırıyormuş, alın size dedikodu.

Unutmayın kilo vermek bir başarı değildir, başarısızlıktır, olm o kiloları alırken aklınız neredeydi? Ben size komando olamazsınız demiyorum. Verirsiniz yani. Açın Dünya Sağlık Örgütü raporlarını okuyun.

Yaşam Koçunuz ve %12 yağ oranlı Prensesiniz,

Coconut

Yazının fon müziği elbette Queen'den.

16 Eylül 2016 Cuma

Sınır Tanımayan İK'cılar






Bu yazımı gelişeme açıklara, şirkete kendini adayanlara, zirve amelesi olarak gezenlere, dönüşte Anadolu'nun nadide yerlerinde İK yapmaya çalışanlara adıyorum.
Anadolu dediğimiz şey biliyorsunuz İstanbul dışındaki her yer.
Ankara ve İzmir'de İK yapılıyor şeklinde dedikodular var, gülmeniz bittiyse devam ediyorum. Elbette danışmanlık yaparsınız onu şimdilik park ediyor ve daha sakin bir görünüşe ulaşmanız adına bir kutuya kilitliyor veeeee ambara atıyorum. Komik olmayın. Şaka şaka Sınır Tanımayan İK'cılar sizlersiniz.

İK çok rerörerörerö çıkışı yıl 2016 olmasına rağmen devam ediyor. Bir defasında ne iş yaptığımı anlatmak için çok özel bir topluluk içerisinde yönetici seviyesinde bir dostuma "tırnak içinde söylüyorum, senin pozisyonunda çalışan bir kişinin terfi edip etmeyeceğine karar veriyorum, hımmm evet şut da var" demiştim. İşimizin bir bölümü de farklı görüşte ve anlayışsızlıktaki vasat modellere, anlayacağı iletişim kanalını kullanarak kendimi(zi) ve işimi(zi) anlatmak. Basit, iyidir.
Sakin bebeğim. Atomu parçalamıyoruz ama elimdeki kişilik envanteri senin takım içindeki oyunculuğundan tut, liderlik, execution, satış profiline kadar ne kadar ıvır zıvır bilgi varsa veriyor. Değerlendirme Merkezi, simülasyon, solüsyon ve çekomastik de yararlandığımız diğer enstrümanlar.

Unutma, İK'cı sadece işe almak, işten çıkarma işlemlerini tamamlamak, işveren markası faaliyeti yürütmek ve mesela şirketin görünen yüzü, vitrini olmak demek değil.

Sen hiç pozisyon kapama baskısı altında kalmadın, zımbasız çalışmadın, masasız çalışmadın, gece 12'de direktör arayıp nerede bizim aday sorusu sormadı,  or gece restaurantta mülakat yapman istenmedi, yanlış işe alım maliyetini denyo bir direktöre açıklamak durumunda kalmadın, işe alınmayacağını öğrenen adayla konuşmak zorunda kalmadın/bölge müdürünün asistanının çaycıyla dedikodu yapması sonucu olmuştu, yanlış ilan veren şubeler yüzünden dava süreci başlatmadın.

YK kararı nedeniyle belki bir denetim sonrası küçülme kararı çıkmıştır ve senin haberin yoktur-toplu işten çıkartma yapmadın. İşletmenin yararı için, maksimum fayda, minimum hasar için bu işi profesyonellerin yapması gerektiğini bilmiyorsundur belki de. Yetenek süreci başlatıp, sürecin ortasında fonksiyon müdürleri ve süreç sahipleri tarafından sırtında bıçaklanmadın. Geri bildirim vermeye utandıkları ve çalışanlarla yüzleşmeye cesaretleri olmadığı için "tamamen İK'nın kararı" açıklamasını pişkin bir şekilde yapan yöneticilerle çalışmadın mesela. Sonra gelişim alanı raporu sununca yüzüne bön bön baktılar.
147 gün olan pozisyon kapamanın 2. gününde acil diye mesajlar almadın. Ama çok acil. %149 turnover ile çalışmadın. Holdingin 2 şirketini kapatmadın, sendika sürecini yönetmedin. Çalışanlardan biri öldü mesela mesajını yayınlamadın.
Minnoş minnoş İK'nı yapıyorsun sen, kuralına uygun hatta ve hatta kitabına uygun, master planın var, İK stratejik ortak hatta stratejik derinlik, bütçe Allahuekber Dağları civarında. Yönetici kaprisine maruz bırakılabilirsin. İşte bu tam da annesi arkeolog, babası kimya mühendisi bir kahramana göre bir iş. Yönetici denen radyasyon yayan varlık.
Senden duyduğunu çarpıtarak tüm şirkete anlatan hikayeci orta seviye beyaz yaka olabilir. Daha neler neler ama o başka bir hikayenin konusu.

Sokakta İK'cı, mutfakta İK'cı, yatakta İK'cı. İşte şimdi s.çtınız. 

Bu işi sevdiğimiz için yaptığımızı unutuyor olabilir misin beyaz yakalı? En azından ben ve en yakın arkadaşlarım öyle. Evet yakın arkadaşlarımın bazıları İK'cı ama İK'cıdan sevgili olmaz bunu unutma. Kötü performans şakaları falan. Zamanda geriye gidelim, lisans 1. sınıf, Profesör soruyor mezun olunca ne olacaksınız, Ebru diye bir kız var motor olacağım ben diyor, bir diğeri akademisyen bana geliyor sıra İK diyorum aşırı süper İstanbul aksanımla. Ne istediğini bilmek önemli.

Önümüzdeki yıl İK olarak yine yetenek, mutluluk ekseninde gezineceğiz, bazıları işveren markası diyecek, bazı fosiller yine Y Kuşağı diyecek, btw şu Finansbank Hakan Bey bu sene 2 organizasyon programında karşıma çıktı, lanet olsun dostum aşırı mutsuzum hiç şaşırtmayan ve ilham vermeyen sunumlar yapacak. Sınır tanımayacak ve oturumun sonuna kadar kalacağım, 2016 KPI'larından biri de bu, karadelik olup içe doğru çökeceğim...
Hiçbir şey anlatmayıp çok şey anlatmış gibi yazılar yazabiliriz bu yıl, harika bir projeyi tamamlayabiliriz. Hindistan'a gidip bir köye su getirilmesi için koşmadık, o nedenle aramızdan bu tip bir hikaye anlatan yok. Türkiye'de de bunu yapmadık henüz. Aslında ülkede İK yapmak başlı başına bir sınır tanımama durumu, HAHAHAHAHHAHAHAHAHHAHAHAHAHAHA çok kişisel bir şaka yaptım. Gök Tanrı affetsin.

Diğer sınır tanımayanlar maratona katılacak, bir yardım fonu için toplantı organize edecek, bir diğeri adayların tümüne otomatik mail gönderdiği için ödül alacak, bir diğeri nokta atışı işe yerleştirme yapacak, mutluluk dağıtacağız, bir diğeri çalışanların çekmecelerine mandalina koyacak. Acayip sınır tanımayan işler yapacağız. Şair burada kendisini daha da zorlaması gerektiğini, anlam arayışını ve 762 gündür işe alım yapmadığını anlatıyor aslında. Ellerde titreme, gözde seğirme, çenede hafif bir tik... Son kitabım Zombi İK ile tüm şarküterilerde olacağım günü bekliyorum.

İşte geldik bir yazının daha sonuna. Gökten 3 elma düşmüş hem de kırmızı.

Border Müfettişiniz Coco,
Sevgilerimle


Yazının fon müziği Kanlıca sabahında gün doğarken iyi gidiyor; Noa & Mira Awad- A Word




10 Eylül 2016 Cumartesi

Mutluluk Peşinden Koşulması Gereken Bir Şey mi?





Mutluluğun peşinden koşmaya devam mı?
Mutluluk içinde mi?
Sen çemberin içinde misin?
Ne mutluluğu?
Mutluluk.
8 harf, 3 hece, olmak zorundaymışız gibi sürekli pompalanan ruh hali.
Daha çok hoşnut olmak, memnun olmak, huzur içinde mevcut hali sürdürmek de mümkün tabi.
Mutlu olalım, biz mutlu olunca diğerleri de mutlu olsun, başkaları bizim yüzümüzden mutlu olsun, hatta onların mutluluğunun kaynağı olalım mı tatlı çocuq?

Yıllar boyunca kendimiz için yaşadığımız söylendi, kararlarımızı kendimiz alıyorduk, önemliydik, aslandık biz hatta kaplandık. Halinizden memnunsanız o ruh hali içerisinde kalmayı tercih edebilirisiniz, bir melankoli durumu içerisinde salınma.

Günaydın, bu sabah biraz uyudum, 07:05'te uyandım. Üzerimi giyinip yürüyüşe gitmemek için direniyordum, web'de gezinip dizi izledim. 07:50 itibariyle ayaktaydım, alt kata indim, koruyucuları sürdüm, bandı taktım saçıma, kafamda gözlük, kulaklıklar hazır, mmmh arabanın anahtarını almayı unutma.

Sürekli aynı şeyleri yapmaktan sıkılan kahramanınız her gün değişik bir mekanda yürüyüşlerini yapmaya çalışıyor. Bu sefer evin yakınlarındaki parkura gittim, kimsecikler yok, İstanbul tenha, parkurda in, cin ve ben varım, 30. dakikanın sonunda bir tip geliyor, 2 kişi olmak istemiyorum, hayır yani yani ne var uyusan sen de? Önden önden gidiyor, arada şınav çekip koşmaya devam ediyor. Müzik dinliyorum, her türden karışık sadece arabesk yok bu sabah.

Yokuştan yukarı çıkarken yollarımız çakışıyor. Anlık bir bakış, tanıdık bir sima, Suat?? Oha, Suat, 1000 yıl oldu görüşmeyeli. Aklıma Tayga geliyor hemen, Tayga geçtiğimiz aylarda hayatına son verdi. Şık bir şekilde anlatıyorum, intihar etti hem de dramatik bir şekilde demek istemiyorum, tek kurşunla, hem de kalbine demiyorum, aptal bir SM mesajı ile demiyorum, görünce şoka girdim. Çok eğlendiğim bir andı, bildirimlere baktım demiyorum, gülerken birden suratımın değişmesi ile yanımdakilerin iyi imisin diye sormaları, gözlerimden gelen anlamsızca sular. Sanırım beklemiyordum, 30'larda olunca insan yine de kendini genç hissediyor. Daha yaşamalısın yani birkaç 10 yıl daha var diye düşünüyorsun. Derin bir keder kaplıyor içimi.
Biz Tayga ile ilkokulda aynı sınıftaydık, 5 yaşımdan beri tanıyordum yani, 1 yaş büyüktü benden, rakiptik(ilkokul-rekabet-nemesis). Ben insanlarla yarışmaktan hoşlanmam, ancak onunla yarışmak keyifliydi. 1ve 2 numaraydık, elbette 1 numara kim diye sormayacaksınız. Ülkenin o zamanlarda gettolarına verildiğini düşündüğüm enteresan bir belge vermişlerdi özel başarılarımızdan ötürü. Bir anı; okuma yarışması yapılıyor, zamanı belirleyen kişi o, 1 dakikada en çok kelime okuyan... Testlerde önde olan, koşuda birinci olan.
Annesi biz ilkokuldayken öldü, kanserden kaybettik. Neşeliydi yine de çoğu zaman, elbette bu kayba dair bir zırhı vardı.
Tipini tarif edeyim, hani böyle yakışıklı zenci gençler var ya hah onlardan. Orta okul ve lise ayrı o zamanlar, ben diğerlerinden ayrılıyorum ülkenin en eğlenceli okuluna gidiyorum, 5,5 yıl süren başka bir macera. Üniversite hazırlık kursunda bir gün yemeğe çıkıyoruz, ben o zamanlar Doa ile birlikteyim, restaurantın kapısından bu giriyor, şaşkınlık, sarılıyoruz, naber-neler oluyor-ne istiyorsun. Derin bir sohbet, eğlenceli, Doa geri zekalısı kıskanıyor.
Lisans zamanı birkaç kez görüşüyoruz, o zamanlarda bolca dinlediğimiz şarkıyı dinleyerek analım kendisini. Buyursunlar
Daha sonraki yıllar genelde koşu yaparken karşılaşıyoruz, bir keresinde de ben sağlık raporu alıyorum yeni işe başlayacağım klinikten çıkarken yoluma çıkıyor, dev gibi olduğu için boynumu göğe doğru uzatıyorum. Bunun gibi bir sürü hikaye. Danışmanlık yapıyordu, istediği bir bölümden mezun oldu, insanlara yardım ediyordu, dağlarda gezmeyi, Karadeniz turlarını, kayağı severdi, çılgınlar gibi tırmanırdı.
-Tayga'yı kaybettik.
Sümüklü Suat!!!! Çok iyi bir ressamdır, bilişimci şimdilerde ama hep Sümüklü Suat ve kötü haber veren Suat. Biliyorum ve çok üzgünüm, şoke oldum diye tamamlıyorum cümlesini. O gün 11'e kadar beraberdik, mesajlaşmıştık falan dedi. Ne söyleyeceğimi pek bilmiyorum, anlamsız gelen anlardan biriydi, Suat anlatmaya devam ediyordu, yoğunluğu bittiği zamanlarda sıkılıyordu, yaz da istediği gibi geçmedi. Dayanamıyorum diyordu artık dedi, ikna etmeye çalıştık daha önce... Ne garip değil mi, dışarıdan bakıyorsun her şey yolunda maskeleri takılmış, içeriden bakıyorsun daha fazla yaşamak istemiyorum.

Hayattaki tek nemesis'ini kaybettiğini düşün, ilkokul seviyesi villain dostunu kaybettiğini düşün, 90'larda cumartesi öğleden sonrası dershane sınıfını, güneşin perdededen usulca süzülüşünü onu geometri sorusu kasarken senin sırada uyuklamanı düşün. Anlamlı hale gelmesini istiyordum, neden yaptı bunu, çocukluğumla vedalaşmak istemiyordum belki de.
Yaklaşık 3 gün ağladım, intihar eden insanlara bakışım belli, doğal seleksiyon, bir de kurtarmaya çalıştıklarım vardı,  ÖSS hazırlık kursunda Zuhal, üniversitede Güneş... liste uzar gider. Uzun süredir hayatım huzurlu gidiyordu. Mehmet Pişkin'in olayını hatırlarsınız, pazartesi günü toplantımız olacaktı, yerine ekibinden biri geldi, toplantı boyunca ağladı haliyle, yıkımın boyutu çok büyüktü.
Acaba gittikleri yerde mutlular mı? Kimin umurunda, burada mutlu olmadıkları aşikar.


Bu kadar çok insanı tanıdığıma mı yanayım, onların kayıpları ile kalbimin acımasına mı bilemiyorum. İnsanların ardından yazdıklarına mı, anılar biriktirmiş olmamıza mı?
Mutluluk? Elbette mutluyum, bir daha okumayacağım dediğim Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi kitabında dediği gibi belki de "Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum". Onur ile konuştum, zaten ne zaman biri ölse ona söylüyorum, adam bana terfi ettim diye telefon açıyor, çok sevindim canım, kuzenim öldü benim de diye cevap verip bütün sevincini 0 seviyesine indirebiliyorum. Cenazelerimizin gözyaşı Onur, halaylarımızın başı Onur.

Sokaktan akordeon sesi geliyor, çocuklar şarkı söylüyor, karşı komşunun papağanı sonsuza kadar susmamacasına konuşuyor, mutluluk belki bir bardak süttür. İş yerinde mutluluk deyip çıkar çatışması yaşamınıza neden olmayacağım. Şükret moruk, buen vivir.

Unutma Sevgili İzlek; Dağların, nehirlerin ve okyanusların da hakları vardır. 

Mutluluk Bakanınız,

Andre Coco Maya de Medina Zurita


Yazının fon müziği Felek için gelsin; Cem Karaca- O Leyli