İzlekler için Sosyal Medya

ınspector clouseau

28 Nisan 2016 Perşembe

Harikulade İşyeri İsimleri

Merhaba damdan düşenler, looserlar, girişimciler, girişemeyenler, angutlar, dunning-krugerler ve daha niceleri. Sizler için derledim, buyursunlar: 













16 Nisan 2016 Cumartesi

Yeni Başlayanlar İçin İDEAL İŞ GÖRÜŞMESİ

Merhaba Blög, Sevgili İzlekler, kuzeni yeni evlenenler, annesinin bir tanesi olanlar, damdan düşenler, Coco hayranları ve geri dönüşümün sihirli olduğuna inananlar.

Tamam blög, sadeleşme ayağına blogda az yazı yayınlanıyor olabilir ama biliyorsun yoğundum bu aralar, konferanslar, okazyonlar, lansmanlar, alışveriş, testler, toplantılar, alışveriş, doktor kontrolleri, alışveriş, partiler, 4 nikah 1 cenaze haller...


Çok isteyerek aldığım bir kitabı sonunda bitirdim, öyle günler yaşıyorum ki kitap bitirdiğimde seviniyorum sen düşün. Masaja giderken vaktim yok diye e-book okuyorum ipad'den, hani şu zen halleri içerisinde kafayı açmam gerekirken sırtımda volkanik taşlar bilmem ne... Masöz bir yandan homurdanırken bir yandan Uzak Doğu tınılı bi'şeyler kötü enerji kapı dışında kalsın falan, ay bayılazaaaaaaaam.

2 maile bak, kitaba geri dön, twitter'da gevezelik bıdı bıdı. Bu ay enteresan şekilde  evlenen yığılması yaşadığımdan haliyle alışveriş yaptım diyordum ki kredi kartı ekstrem geldi. Yutkundum desem abartmış olurum ama ilgi çekici bir rakamdı. Bir konferans çıkışı pampamla yürüyüşe çıktık, amaç 10K adım adıp laklak etmek, alışveriş çılgınlığım ile ilgili dokundurdu. Ama harika bir dolabım oldu farkında mısın? diye sorunca artık durmam gerektiği cevabını aldım, çok hoşuma gitmedi yine de peki dedim. Bunu dedikten 2 hafta sonra 6 tane ceket, 3 çift ayakkabı, 1 döpiyes, 2 tane düşes eteği almıştım. Debenhams'tan çıkarken dünyanın en mutlu insanı bendim. Sonra vay efendim, vertical wardrobe, capsule wardrobe vay efendim aynı ceketin 8 rengi, kalem eteklerin 50 tonu falan.

Bu bahar temizliği dediğim saçmalık bitmiyor, çantaları ayırıp yeni sahipleri için esenlik diledikten sonra yenilerini dolaba yerleştirdim arkada Queen'den We are the champions çalıyordu.
Eski ekip görüşmeleri vol 34562-34563'ü gerçekleştirdim, 2 arkadaşım yönetici oldu bunu kutladık, biri koç oldu onu da kutladık, bir tanesi 40'dan sonra beyaz yakalı olarak çalışmama hedefine 5 yıl kalmış onun geri sayımını yapıyor bakın bu hedefi 2010'dan beri takip ediyorum, harika bir şey, netliğe gelin. Biri harika bir girişimcilik fikri ile geldi, engelliler için yapılacak muhteşem bir iş, fikir aşaması bile beni çok heyecanlandırdı. TEDxReset'e yine katılamadım, bu biraz üzücü oldu(ama çok tatlı bir iltifat aldım, bir dostum o sahnede seni görmek istiyorum dedi, ya siz çok tatlısınız beahh). Ama gün 24 saat. 2 yeni proje geldi, onları değerlendiriyorum ve Mart ayı benim içn çok yıpratıcı geçti, önceki bölümde bununla ilgili sızlanmıştım, rapor rapor rapor ve amelasyon. Bir de sanatsal faaliyetler var, loto oynadım ve sonucuna hala bakmış değilim.

Bugün amele gibi Beylikdüzü'ne gittim arabayla, güneşe maruz kalınca mutant ellerim yine kabardı. Süper gücümün güneş etkisi ile alışveriş yapmak olduğuna inanmaya başlayacağım. Ekonomiye yaptığım katkı için bana madalya takmalısınız ve artık daha az evlenmelisiniz, bıktım, başta kuzenlerim olmak üzere, bırakın bu işleri hanımlar beyler. Haydi bahanem hazır, efenim nikah var, aynı kıyafeti giyemem, rakı gecesi için mutlaka siyah(bir arada kezban gibi rakı güzellemesi yapılıyordu teyallam), kına gecesi için başka bir ayakkabı olmalı, halay için başka... İşte bu nedenle benden ne bir göçebe olur ne bir şey, şu farklı ülkede arkadaş düğününe 8 valiz ile giden şapkalı gözlüklü tipler vardır ya klişe film karakteri işte o benim. Mesela bugün nikah sonrası arabanın bagajını açtım, kotumu çıkarttım, eteğin altından hop geçirdim, öküz gibi trafik var, üst tarafın minnoş olması yeter, kota uygun ayakkabıyı da giydim. 8,5 saatlik Beylikdüzü-Shire yolculuğuna başladım, TT Arena'da fotoğraf çektim, bağıra çağıra şarkı söyledim, limonata içtim, otostopçuları arabama almadım çünkü nikah çıkışı uyuzluğu. Gelin Hanım kuzenim oluyor, İzmir'e yerleşecek, işi hazır;

İzmir'de İK yapacak, akdsjhfaksjflksjdhflksjdhflaksjdfhlaksjdflakjfhlakjsdhflkasjhdflkajsdhflakjhdflaksjdhfsakld
alsdkjflaksjdhflaksjhdflkajshdflahfşofhşoabvşabjvoşwırbobv
lşskjdşasjkfşoıfjşaojfışoıfşoehfşle
aslkdjfşalksjfdşafjşaslkjfdşalskjfşlskjfd
iaşsdkjfailskjdfşlskdfjalş

KABUL EDİN KOMİKTİ.



Arada beni sıkıştırdı, İzmir'de arkadaşlarımın olup olmadığını sordu, İzmir, İK'cı, arkadaş -_- Herhalde var yani, oha. Sonra bir İK'cı olarak katıldığı absürt bir görüşmeyi anlattı, üzerinde gelinlik, benim üzerimde elbise, elimizde pilav tabakları dışarıda koşuşturan insanlar siz de mi mevlidden sıkıldınız dermişcesine, yarınlar yokmuşcasına işe alımdan bahsediyorduk, hem de İzmir'de.
Bu kadar gülmek yeter deyip, sizinle geçen hafta keşfettiğim şahane dizi karakteri Haluk Güney'den bahsetmek isterim, zira bu videoyu kuzenime de izlettim. Kuzenim, kına gecesi konsepti, nikah davetlilerine verilmek üzere şişelere doldurulmuş ev yapımı bir şey bir şey iksirini hazırlarken hafif uçmuş tabi, hatırlatın da bir ara bir evlilik hazırlığı için gerekenler ve organizatör Coco'nun maceralarını anlatayım...


Haluk'a gelince kendisi tam bir denyo, diziyi baştan takip etmediğim için fazla detay veremeyeceğim lakin inşaat şirketi veliaht prensi(müteahhit), sürekli yelekli takım elbiseler giyen(siz bilmezsiniz bununla ilgili şahane bir hikayem var ama o başka bir yazının konusu), dünyanın en hödük, en kafa içi sesi ile konuşan, sosyal ortamlarda patavatsız, özgüveni yüksek, ağırlılık lacivert tonları tercih eden(durun biraz şimdi bir yerlere varıyor gibiyiz), iyi kahveye düşkün, Fenerbahçeli ve über eğlenceli bir tip. Tanıdığınız birine benzemiyor mu sizce de? Whatever!



Hayatımda hiç bu kadar kötü bir kahve içmedim...

 


 Yazının fon müziği: Ben Kalender Meşrebim, güzel-çirkin aramam

Ona iyi kahveler ve Haluk alın, bir adet Big Mac menü, teşekkürler.

Düğünlerinizin halay başı, cenazelerinizin gözyaşı, İK'cıların İK'cısı işte benim Zeki Müren!

Coco the Duchess

Çocuklar son derece ortodoks bir okulda leydilik dersi aldım ben, o ağzınızı toplayın rica ediyorum, yemek bıçakları/çatalları dıştan içe doğru kullanılır, restoranda menü açık kaldığı müddetçe garson yanınıza gelmez, kaşık çorba içilmeye devam edildiği sürece kasenin içinde kalmalı, sağdaki içeceklerle soldaki yiyecekler bize aittir, haydi bakalım.

2 Nisan 2016 Cumartesi

Best Taxi Driver: İhsan Aknur


Belki de galaksinin en iyi taksi şoförüdür.
Hello blög, what's up?

Evdeyim, cnbc-e ve e2 kapandı ve TLC oldu hani şu şu şuuuuuu işsizken izlediğin kanal, hani kek yapan İtalyan Hobokenli Buddy, Kleinfeld moda evi ve say yes to the dress, uhmmmm aslında daha çok Anthony Bourdain ve No Reservations izlediğin kanal. Hatırladığım bir detay o zamanlarda izlediğim bir bölümü 2016'da görünce oha dedim kendime, bu kadın gelinlik için ağlayacaktı falan, diyorum ya; zihin değil çöplük, mind palace'da gezinmek için iyi bir gün değil.
Bilmeyenler için söyleyeyim en sevdiğim aşçı Anthony'dir, elimde mutfak sırları kitabının olması bir tesadüf değil, o kısmı daha detaylı anlatacağım hatta Kitchen Confidential ve Bradley Cooper'ı falan anlatacağım ama o başka bir yazının konusu. No Reservations ilk sezonu 2005'tir, bence şahane bir programdı. Ama önce size TED konuşması ile giriş yapayım da bilimsel görüksün.



zamanın nasıl geçtiğini fark etmeyebilirsiniz, keyifli bir sunum :)


Eeeeeeeeeeeee, yani? Yanisi şu güzel arkadaşım, amcadaki tutkuyu görüyor musun? Gör istedim. Kendisi adına, işi adına, hayatı adına. İçten gelmeli bir neşesi var, güdümlü bir füze gibi. Ne istediğini biliyor, farkında ve bu nedenle de çok şanslı. Biraz izleyin sonra konuşalım. 






Bravo İhsan Bey, böyle güzel hikayelere ihtiyacımız var:)



Belki bir gün bıyıklı tenişçiyi de yazarım. Canım midye çekti, eve gelirken alsanıza, alır mısınız?

Taksicilerin ve taksi duraklarının koruyucusu, işini severek yapanların minnoşu,

Sefireniz,

Coco the passenger

1 Nisan 2016 Cuma

Neden Harikulade Bir Kariyeriniz Olmayacak?

Hellö blög, merhaba İzlek.

Çok yoğun bir haftaydı. Son çeyreğe hatta son yıla bakalım bu kadar çok çalıştığımı hatırladığım bir hafta daha yok.
Status bilgilendirme yapayım; kısa süreli hedeflerimde bir sapma yok, çok uzun cümleler yazıyorum onları kısaltmak lazım... İş-güç tıkır tıkır gidiyor, orta ve uzun vade hedeflerde sıkıntı var, oturup bunun üzerine çalışmam gerekecek. Sevdiğim işi yapıyorum, genelde seveceğim işleri yapmaya yöneliyorum/ bu durum ileride beni kısır döngünün içine doğru götürür mü?
Göreceğiz. Pratikte bu duruma kariyer kısıtı, limitli yükseliş, şakaklarıma kar mı yağmış sendromu gibi isimler de takabiliriz. Tabii ki tabbiiğkiii ben uydurdum.
Hemen her yıl mart ayında abidik gubidik şeyler olur hayatımda, supersonic kararlar alır, hayata geçirmem, bu bir klasik. Bu kez:

Hani dolapları, kitapları, kıyafetleri, takıları temizlemeye girişmiştim ya, ve bu neredeyse tüm yıla yayılıp bir son bulmuyordu, hikayemiz bununla başlıyor. Hediye gelen nevresim takımlarını kullanıma açtım, yıkandı, ütülendi, bahar temizliği adı altında tabloları ayıkladım. İşin komik tarafı biten ama buluşamadığımız için teslim edilemeyenler falan var. Bazen canım isteyince, kafama esince, bazen boş zamanımın çok olmasından dolayı, bazen de üniversitede kimi günler çok sıkıldığım için resim yapardım. Benim için bir tutku falan değil, üzerinde düzenli çalışmak zorunda değilim falan o yüzden. Bana göre herkes resim yapabilir, aslında istediği şeyi de yapabilir. Konservatuvar(müzik tarafı için) sınava gidip, beklemekten sıkılıp eve dönen biri olarak konuşuyorum. Yan flüt çalacaktım halbuki, sanatçı olacaktım. Aylarca okulda piyano eşliğinde ders alan ben sevgili annem Lou'ya sıkıldım gidelim dedim, emin misin diye sordu. Olm orta okul seviyesi bir bilinçten bahsediyoruz, validem ve pederimin en hoş yanlarından biri buydu, seçenekleri ortaya koyar, ne yapmak istersin diye sorarlardı.  So seçimlerimizden hep biz sorumlu oluyorduk, her şeye rağmen yanımızda olmaya devam ediyorlardı.
Alternatif maliyet dediğimiz olay bir vazgeçiş, geride bıraktılarımızdı, bunu da değerlendirmemizi isterlerdi. Ve son kez sorarlardı, bu kararı almaya ve diğerini geri dönüşüm kutusuna göndermeye emin misin? Hayatının geri kalanına hazır mısın?

Neyse. 
E tabii benim de sevdiğim ressamlar var, Ivan Aivazosvki, Jackson Pollock, Dali, gördüğünüz şahane seçimler, ben hep kültür sanat.

Tanıştırayım;




Fausto Zonaro, İtalyan bir ressam, sevgilisi Elisa ile oturup karar veriyorlar, kitap okumuşlar İstanbul çok çekici gelmiş kendilerine veeeeee öyle çok sayılmayacak bir para ile gelmişler bu şehre. İlk geldiklerinde  fazla kazanamamış, Elisa kendisine destek olmuş, daha önce gelip çevre edinmiş falan, finansör mü diyelim, aşkına sahip çıkma, uzun vadede başarılı yatırım planı mı diyelim yoksa büyük resmi görme yetkinliği mi, siz karar verin.
Buraya geldiğinde 37 yaşında, 3. sınıf bir biletle geliyor, öyle konsolosluk davetiyesi falan yok. Suluboya eserlerini satmış, günlük İstanbul hayatına karışmış, kahvehanelerde oturmuş, derdini anlatacak, sipariş verecek kadar Türkçe öğrenmiş. Sempatik bulmuşlar bu adamı, her gün 7-8 fincan kahve içmiş, esnaf ısmarlıyormuş ona. Zeliç Kitabevi tablolarını 1 liraya satmaya başlamış...
İşgüzar bir zaptiye "haram bir iş yapıyorsun." diyerek kendisini nezarethaneye atıyor, Yıldız Sarayı ve Eyüp'ten uzak durmak şartıyla salıyorlar. Gerçek bir Osmanlı / Türk gibi konuların içine girip, günlük hayata dair resimler yapıyor. So klasik oryantalist ressamların kalıplarının dışına çıkmış(şöyle düşünün expat olarak bir ülkeye giden liderin lokal kültüre uyum sağlaması ve fark yaratması). Ele aldığı konular bakımından İstanbul'un o zamanki yaşamına dair belge niteliği taşıyan resimler yapmış. Abdülhamit döneminin sert dünyasını zarif bir şekilde daha modern ve Avrupa'ya yakın göstermiş. Teşrifat Nazırı Münir Paşa'yı aracı olarak kullanıp Sultan'a resim gönderdikten sonra, çok beğenilmüş ve  4 mecidiye altını yollanmış kendisine. Bir çeşit ödüllendirme diyelim, belki de kendisine zorlayıcı ve ulaşılabilen- smart hedefler koymuştur kendisine, ne dersiniz?

Efenim gel zaman git zaman, Akaretler'e yerleşmiş, saray ressamı olmuş. İlişki kurmuş, ilişki ağını genişletmiş, günlük İstanbul yaşamına, orduya / Ertuğrul Süvari Alayı'nın Galata Köprüsü'nden Geçişi falan / saraya dair resimler yapmış. Saray ressamı ölünce Ertuğrul Alayı'nın tablosunu göndermiş,  Sultan 2. Abdülhamit çok beğenmiş, bunun üzerine yeni saray ressamı olnuş, bombelere gel adeta bir Blair Waldorf. Mmmmhhhhhh gördünüz mü, boş pozisyonlar o zaman da varmış, cv olarak yağlı boya tablo düşünün.

Meşrutiyet Dönemi: Bir gün yolda giderken dönemin padişahının bir afişini görmüş, zaman zaman padişah hazretlerine portresini yapmayı teklif edermiş  lakin bildiğiniz gibi Osmanlı'da o dönem resim yasak yani mmmmhhhhhh İslam ülkesi olmak hep zormuş. Kibarca isteği reddedilmiş, katı dini kurallar var.
Bir kez daha şansını denemek ister, mektup yazar, halkın Sultan'ın gerçek resmini görmesi gerek falan der, Abdülhamit kabul eder. 
İstanbul'daki devlet adamları, yabancı diplomatlarla yakın ilişkiler kurmuş, atölyesinde hem ders vermiş hem tablo satmış, kendi başına bir kurum gibi çalışmış, bakınız aynı zamanda bir girişimci. Nazım Hikmet'in annesine özel ders verirmiş, ay çocuklar sizinle dedikodu yapmak ne kadar güzel ya.
Derler ki Fatih'in İstanbul'a Girişi isimli tablo Hasan Rıza tarafından yapılmıştır, 7 yıl sonra da Fausto Zonaro reprodüksiyonunu(yani bir resmin birebir kopyası) yapmış, Fatih'in soluna da yeniçeri olarak kendini çizmiş. Bittabi şehit düşen Edirne Erkek Sanat Okulu Müdürü Hasan Rıza Bey... diye yazan mezartaşı bir başka hikayenin konusu.

Yerli halkın alışkanlıklarını benimsemiş, kişiliği de buna izin vermiş, günlüklerinde öyle yazıyor:

Dilerim bana gayretli bir sanatçı desinler...


Yetenek, şans, istikrarı sağlamak adına çok çalışmak, networking, gözlem, değişime uyum sağlama, araştırma, aşk, mobilite ve gizemli doğu yani İstanbul.

Canım hiç öpmiyim(öpmeyeyim), sergiye hazırlanıyorum.  Şaka şaka, bu yazıyı bir gün yolda yürürken sen sergiye mi katıldın deyip beni bir baştan ayağa süzen Levent'e armağan edeyim.






Kimse bana hayatım çok zor demesin, siz hiç 15. asır zırhı boyamak zorunda kaldınız mı?  At çizdiniz mi, o atın kaslarına gölgelendirme yaptınız mı? Yaptınız da bana mı yaptınız?
Uzayınız, sağdan uzayınız, belki para bulursunuz.

Hah! Unutmadım, tabii ki sizi deniyordum. Temizlik bitti, kıyafetlerimi gruplandırdım, eskileri ayırdım, kışlıkları kaldırdım,  Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'un kapılarından girişi tablosunun yandan yemiş hali de bitmek üzere, raporlar da bitmek üzere, yeni proje başlamak üzere.
Hayat bana güzel, size de güzel olması için anlattım bunu. İstediğiniz işte çalışmıyor olabilirsiniz, istediğiniz şehirde ya da galakside yaşamıyor olabilirsiniz.
Hiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiç bana anlatmayın.
Ne kadar çıktınız konfor alanınızdan?
Ne zaman hayal kurdunuz en son?
Ne kadar zorladınız kendinizi?
Yeni bir okazyona katılıp networking yapmayı denediniz mi?
Neleri değiştirdiniz hayatınızda?
Hangi davranışlarınıza odaklanıp, üzerine gittiniz, teknik eğitim tamam da davranışsal odağınız nasıl kuzum?
Ne kadar çalıştın? Çok mu? Uf mu oldu?

Kusura bakma, sen adım atmadığın sürece, Dünya ayaklarının altına serilmeyecek büyük bir ihtimalle.  Harikulade bir kariyer istiyorsanız, bunun için çaba gösterin. Sonra gelip mülakatta ağlıyorsunuz ben n'apim? Sonra İK çok rerörerö, e ama sen değilsin.

Fazla Lapis Lazuli'si olan var mı, boynuma takacağım. Yetenek sivilce olsa sizin cildiniz pürüzsüz olurdu. Kimse bu yazı kariyer ile ilgili değildir diyemez, haydi öperler.

Resim sınıfından atılan, şövalenin altında kalan kahramanınız,

Coco de Valentine.